Elbisesini, üzerinde uyuyan kediyi rahatsız etmemek için usulca kesen bir peygamberin ümmeti…
Şimdi kazlar denize giriyor diye CİMER’e şikâyet yağıyor.
Bir köpeğin havlaması, bir kedinin varlığı “rahatsızlık” sebebi sayılıyor.
Ve dillerden dökülen aynı cümle: “Öldürün! Alın başımızdan!”
Ne gariptir…
Rahmetin örneğiyle yoğrulmuş bir milletin torunları, şimdi merhametsizliğin izini sürüyor.
Sokağın bir köşesinde açlıktan gözleri büyümüş bir köpeğe değil; gürültüsüne, tüyüne, varlığına odaklanılıyor.
Bir zamanlar Hz. Ömer, çölde susuzluktan inleyen bir köpeği görünce, “Bu hayvanın hakkını bizden sorarlar” demişti.
Bugünse sokak hayvanlarının varlığı bile tahammül edilemez addediliyor.
Oysa biz, yaralı bir karıncayı yerden kaldıran bir kültürün mirasçılarıyız.
Yavrusunu emziren bir köpeğin rahatsız olmaması için askerî sefer yönünü değiştiren bir Peygamber’in ümmetiyiz.
Suyu kuşlarla paylaşmak için çeşme başına taş koyan ecdadın torunlarıyız.
Ama şimdi?
Köpekten rahatsız olan, ertesi gün çocuk sesinden de rahatsız olur.
Kediden tiksinen, yaşlısına da sabırsız bakar.
Kazın denize girmesi sorun olurken, o denizi kirleten fabrikaya göz yumulur.
Merhamet bir bütündür;
Kediye, köpeğe, çocuğa, yaşlıya, ağaca, toprağa…
Eğer biri eksikse, insanlık da eksiktir.
Ve unutmayalım:
Sokağı sessizleştirenler, önce kuşları susturur, sonra çocukları.
Yarın daha yaşanabilir bir dünya istiyorsak,
Bugün bir kedinin mırıltısında huzur,
Bir köpeğin bakışında kardeşlik,
Kazların gökyüzüne doğru kanat çırpışında özgürlük görmeyi bilmeliyiz.
Çünkü merhamet; sadece bir duygu değil, bir duruş, bir medeniyettir.