Site icon oguzhanocal.com.tr

Canım Sıkılıyor Dostlar

Dostlar, ruhumda bir mengene var. Adını koyamadığım, lügatlerde karşılığını bulamadığım bir sıkıntı bu. Sanki dünyanın bütün ağırlığı omuzlarıma değil, doğrudan kalbimin üzerine çöküyor. Bakıyorum etrafıma; bunca ölüm, bunca zulüm… İnsan denen varlığın içindeki bu dipsiz karanlığa akıl sır erdiremiyorum.

Alevlerin ortasında can veren dilsiz dostların çığlığı karışıyor geceye. Bir “hayır” kelimesinin bedelini canıyla ödeyen kadınların solan bakışları kazınıyor hafızama. Ve henüz oyunları bitmemiş çocukların sebepsizce alınan nefesleri, bir hançer gibi saplanıyor vicdanıma.

Sıkılıyor canım, evet. Çünkü biliyorum; o canavara dönüşmek ne kadar kolay. İçimdeki o karanlık dehlize bir adım atmak, bir kalbi sökmek, bir cana kıymak, bir ormanı ateşe vermek… Biliyorum, hepsi bir anlık bir cinnetin ardında gizli.

Beni o eşikten döndüren nedir peki? Adına “Allah korkusu” demeyin. İnsan, görmediği, sesini duymadığı, cezasını anında kesmeyen bir güçten ne kadar korkabilir? Hayır, o değil.

Beni insan kılan, o içimdeki sessiz yargıç: Vicdan.

Ona, anlamını bilmediği Arapça duaları ezberletmekle başlamayın işe. O dualar, ruhuna dokunmadıktan sonra dilde birer yabancı kelime yığınıdır. Siz ona önce insan olmanın evrensel dilini öğretin. Vicdan sahibi olmayı öğretin.

Eğer siz, küçücük bir çocuğun mahremiyetini “Aç oğlum amcalar görsün” diye kahkahalarla pazarlık konusu yaparsanız, o çocuk, büyüdüğünde utancın gülünecek bir şey olduğunu zanneder.

Ona, bir annenin avuçlarına sinmiş fedakarlığın kokusunu anlatın. Bir kız kardeşin kahkahasındaki hürriyetin, bir ablanın duruşundaki asaletin ne demek olduğunu gösterin. Eğer siz, yanı başındaki kız kardeşini, ablasını bir erkek çocuğun önünde küçük düşürür, sözünü keser, onu değersizleştirirseniz, o çocuk yarın bir başka kadına nasıl değer verebilir?

Çünkü yanı başındaki çiçeği ezerek büyüyen bir çocuk, gün gelir, bütün bir ormanı ateşe vermekten çekinmez.

Dostlar, ruhumda bir mengene var. Adını koyamadığım, lügatlerde karşılığını bulamadığım bir sıkıntı bu. Sanki dünyanın bütün ağırlığı omuzlarıma değil, doğrudan kalbimin üzerine çöküyor. Bakıyorum etrafıma; bunca ölüm, bunca zulüm… İnsan denen varlığın içindeki bu dipsiz karanlığa akıl sır erdiremiyorum.

Alevlerin ortasında can veren dilsiz dostların çığlığı karışıyor geceye. Bir “hayır” kelimesinin bedelini canıyla ödeyen kadınların solan bakışları kazınıyor hafızama. Ve henüz oyunları bitmemiş çocukların sebepsizce alınan nefesleri, bir hançer gibi saplanıyor vicdanıma.

Sıkılıyor canım, evet. Çünkü biliyorum; o canavara dönüşmek ne kadar kolay. İçimdeki o karanlık dehlize bir adım atmak, bir kalbi sökmek, bir cana kıymak, bir ormanı ateşe vermek… Biliyorum, hepsi bir anlık bir cinnetin ardında gizli.

Beni o eşikten döndüren nedir peki? Adına “Allah korkusu” demeyin. İnsan, görmediği, sesini duymadığı, cezasını anında kesmeyen bir güçten ne kadar korkabilir? Hayır, o değil.

Beni insan kılan, o içimdeki sessiz yargıç: Vicdan.

Ona, anlamını bilmediği Arapça duaları ezberletmekle başlamayın işe. O dualar, ruhuna dokunmadıktan sonra dilde birer yabancı kelime yığınıdır. Siz ona önce insan olmanın evrensel dilini öğretin. Vicdan sahibi olmayı öğretin.

Eğer siz, küçücük bir çocuğun mahremiyetini “Aç oğlum amcalar görsün” diye kahkahalarla pazarlık konusu yaparsanız, o çocuk, büyüdüğünde utancın gülünecek bir şey olduğunu zanneder.

Ona, bir annenin avuçlarına sinmiş fedakarlığın kokusunu anlatın. Bir kız kardeşin kahkahasındaki hürriyetin, bir ablanın duruşundaki asaletin ne demek olduğunu gösterin. Eğer siz, yanı başındaki kız kardeşini, ablasını bir erkek çocuğun önünde küçük düşürür, sözünü keser, onu değersizleştirirseniz, o çocuk yarın bir başka kadına nasıl değer verebilir?

Çünkü yanı başındaki çiçeği ezerek büyüyen bir çocuk, gün gelir, bütün bir ormanı ateşe vermekten çekinmez.

Exit mobile version