Hayatın Mozaği
Hayat, avuçlarımıza düşen bir mozaik gibidir. Her bir parçası farklı renkte, farklı şekilde; kimisi keskin, kimisi yuvarlak. Bazen bir kaybın soğuk mavisi, bazen bir umudun sıcak turuncusu… Kimi parçaları kendimiz seçeriz, kimi ise rüzgârın getirdiği bir sürpriz olur. Asıl güzellik de buradadır zaten: Kırık olanın bile bir bütüne hizmet ettiği gerçeğinde.
Büyürken öğrendiğimiz ilk yanılgı, her şeyin “tam” olması gerektiğiydi. Oysa çatlak bir fincanın içinde demlenen çayın tadına varmak, eksik bir akşamın sessizliğinde kendimizi bulmak… Hayat, bize hep tamamlanmamışlığın şiirini fısıldar. İlk düşüşümüzdeki yara izi, bir ağacın gövdesindeki halkalar gibi büyüdüğümüzün kanıtıdır. Acılar da sevinçler de aynı köke ait yapraklar gibi dallanır ruhumuzda.
Belki de anlam arayışımız, bu mozaiği doğru yere yerleştirme telaşıdır. Bir çocuğun ilk kaybettiği dişi saklaması gibi, anıları bir sandıkta biriktiririz. Sonra bir bakmışız ki; en değerlileri, beklenmedik anlarda kırılıverenler olmuş. Bir annenin sabah ezanına karışan kahkahası, bir babanın cebine sıkıştırdığı buruşuk mendil… Belki de hayat, bu küçük “saklanmış” anıların toplamıdır.
Ve zaman… Tıpkı bir nehrin taşları yuvarlayarak ilerlemesi gibi, bizi de pürüzlerimizle sürükler. Direnirsek acıtır, akışa bırakırsak öğretir. En sert dalgalar bile, bir süre sonra kum taneciklerine dönüşüp ayaklarımızın altında bir yol olur. Belki de olgunluk, nehre küfretmek yerine, suyun sesini dinleyebilmekte saklıdır.
Hayat, bitmemiş bir resimdir aslında. Fırçayı bıraktığımız an değil, renkleri karıştırırken hissettiklerimizdir değerli olan. Bazen en güzel tonlar, düşen bir yaprağın sarısıyla, gözyaşlarımızın tuzlu beyazında gizlenir. Önemli olan, paleti asla terk etmemek. Çünkü her yeni gün, bir önceki kırık parçanın üzerine eklenen altın varak gibidir: Kusuru, ışığa dönüştüren bir sanat…
Belki de aradığımız huzur, mozaiği tamamlamak değil, onu nasıl taşıdığımızda saklıdır. Yük değil, kanat olursa eğer, en ağır parçalar bile bizi göklere çıkarır. Çünkü hayat, bize verilmiş değil, “seçilmiş” bir mirastır.
Ve her birimiz, hem sanatçı hem de eseriz.