Bir oda ki sığmaz artık duvarlara sessizlik,
Toz tutuyor zaman, paslanmış bir çivi gibi.
Gölgeler düşüyor boş kalan sandalyeden,
Biri yok, biri hep “geliyorum” demişti…
Bir ağaç döküyor yapraklarını sonbaharsız,
Rüzgâr savuruyor adını suya yazdığımı.
Toprak anlıyor belki, kökler suskun,
Çünkü yokluk, en çok çiçek açarken kanatıyor.
Gecenin koynunda bir mum yanmıyor artık,
Yıldızlar saklanıyor karanlığın cebine.
Bir soğuk ki kemiriyor tenimi sessizce,
Yokluğun ısısı bu, küllenen köz gibi.
Hatıralar gelip oturuyor sofraya,
Bir tabak fazla, bir ses eksik her akşam.
Aynada kırılıyor yüzüm, soruyorum:
Yokluk, sen de bir tür varlık mısın?
Kum saatinde dökülüyor ıssız bir an,
Ayak izleri gidiyor hiçliğin sınırına.
Bedeni sarıyor yollar, haritasız bir şehir,
Yokluk, sen bana hep dönüş diye yalan söyledin.
Belki de en çok,
Kalbin attığı yerde durduğunu bilmek
Boşluk, bir nehir ki taşmıyor,
Ve ben, kıyısında ömrümü bekliyorum…
Oğuzhan Öcal 2024 Ankara