Bir Deistin Umre Yolculuğu

Bir Deistin Umre Yolculuğu
Kapının Eşiğinde
Yusuf, havaalanında pasaport kuyruğunda beklerken, elindeki umre broşürüne dalıp gitmişti. Kafilesindekilerin heyecanı gözlerinden taşıyordu. Kimisi defalarca gitmiş, kimisi ilk kez görecekti o siyah örtülü Kâbe’yi.
Yusuf’un kalbi ise ne heyecan ne de kaygı taşıyordu. Onunki meraktı — insanı, taşları, kokuları, hikâyeleri gözleriyle görmek istiyordu.
Yıllardır bir deist olarak Tanrı’yı kitaplardan, ritüellerden, peygamberlerden sıyırıp doğaya, akla ve yıldızlı göklere yerleştirmişti. Ona göre Tanrı ne binaya sığar, ne taşa. Bu yüzden tam da bu yüzden oraya gitmek istiyordu: İnsanlar Tanrı’yı nasıl bir yere kapatmıştı, görecekti.
Uçağın kalkışıyla birlikte kulaklarında motordan başka bir ses yoktu. Yanındaki yaşlı amca tesbihini çekip dualar ederken, Yusuf pencereden kara bir çölün kıvrımlarına bakıyordu.
“Belki de Tanrı burada, bu sonsuz kumlarda gizlidir,” dedi içinden.
Bir an amcayla göz göze geldi, tebessüm etti. Dualar, ritüeller… Herkes kendi Tanrısı için ayrı bir kapı arıyordu.
Kutsal Alanın Ortasında
Mekke’ye vardığında kalabalık Yusuf’u sarıp sarmaladı. Oteldeki yatak bile tozlu bir hurma ağacının gölgesi gibiydi; uyumadı. Sabahı bekleyemedi. Kafile sabahı beklerken o tek başına Mescid-i Haram’a yürüdü.
İlk görüşte Kâbe, beklediği kadar heybetli değildi. Daha önce fotoğraflarda gördüğü kadar simetrik, sade bir yapıydı işte. Ama etrafındaki insanlar… Ellerini göğe açanlar, ağlayanlar, taşlara sürtünen yüzler. Yusuf için asıl kutsal olan buydu: İnsan kalbinin çaresizliği.
Bir köşeye oturdu, omzundaki ihram kaymıştı. “Taş kutsal değildir, ona yüklenen anlam kutsaldır,” diye geçirdi içinden.
Etrafındaki duaları dinledi. Kimisi hastasına şifa, kimisi evladına yuva, kimisi borçlarına derman istiyordu. Yusuf’un isteyecek hiçbir şeyi yoktu.
Yine de bir an için gözleri doldu. Orada, binlerce insanın ellerinin göğe açıldığı yerde, görünmeyen bir bağ hissediyordu. Bir enerji, bir titreşim… Ama bu titreşim Tanrı’ya ait miydi, yoksa binlerce yüreğin titreşimi miydi?
Kabe’ye doğru yürüdü, elini duvara dokundurmadı. Dokunmak, Yusuf’a göre taşları tanrısallaştırmak demekti. Bunun yerine taşın ardındaki sonsuzluğu düşündü. “Bir taş Tanrı’nın evi olabilir mi? Olmaz… Ama buraya toplanan umutlar bir evi andırıyor,” dedi kendi kendine.
Geri Dönüş
Umre ritüelleri Yusuf için sembollerden ibaretti. Tavaf sırasında kalabalığa ayak uydurdu ama her adımda zihni sorularla doldu: “Dönmek mi gerek Tanrı’ya? O zaten her yerdeyken…”
Sa’y alanında koşan insanları izledi. Hacer’in susuzluğunu, bir annenin çaresizliğini düşünmek bile Yusuf’u derinden sarstı. Dini gerçeklik değil, insanlık hikâyesiydi onu etkileyen.
Hacer bir peygamberin eşi değildi artık onun gözünde — bir annenin sonsuz umuduydu.
Otel odasında son gecesini geçirirken çantasına bir taş koymadı, zemzem doldurmadı. Hatıra olarak aldığı tek şey, kalabalığın nefesiydi.
Uçakta Türkiye’ye dönerken yanındaki yolcu sordu:
— Kâbe nasıldı?
Yusuf derin bir nefes aldı, gülümsedi.
— Orası sadece taş. Asıl Tanrı benimle buraya da bindi.
Pencereden baktı. Bulutlar, yıldızlar, ufkun ince çizgisi. Bir deist için Tanrı’nın evi, işte tam oradaydı: Sonsuzlukta.
Bir deistin umre yolculuğu, bir binaya varmak değil; bir soruyu taşımak, yüzbinlerce yıldır süren inanç hikâyesine kendi sessiz yankını bırakmak demektir.
Ve dönüş? Dönüş, sadece uçağa binmek değildir. Dönüş, insanın kendine yürüyüşüdür.
-
Sonsuzda Bir Fare
-
BBS (Bulletin Board System)
-
Kardiyomiyopati
-
Erdoğandan Sonra
-
Bir Deistin Umre Yolculuğu
-
Ey Asi Ruh, Ey Kalemin Kırık Kılıcı
YORUM BIRAK
YORUMLAR
-
BBS (Bulletin Board System)
BBS’LER: Bir Çağın Sessiz Kahramanları Bir zamanlar, telefon hatlarının cızırtılı melodileri arasında; modemler geceleri odaları aydınlatan yeşil fosfor ekranların yankısında şarkı söylerdi. İşte o şarkının [...] -
Sonsuzda Bir Fare
YILDIZLARIN ARASINDA BİR FARE Bölüm I: Uyandıran Sessizlik Soğuk, kemiklerinin derinliklerine kadar işlemişti. Eva, uyku kapsülünün sert, metal kabuğundan kendini dışarı çekerken, teninde derin bir [...]
