Ormanın Nefesini Korumak

“Ateşi doğa çıkarmaz, insan büyütür.” Bu kadim söz, yüreğimize bir kor gibi düşer, Anadolu’nun güneşle kavrulan ormanlarının sessiz çığlığını hatırlatır. Türkiye, topraklarına kök salmış muazzam orman varlıklarıyla bir hazineyi bağrında taşırken, yazın kavurucu nefesi ve insanın bazen ihmalkâr, bazen de kasti dokunuşu, bu yeşil krallıkları her yıl bir kâbusa dönüştürüyor. Alevler sadece gövdeleri, dalları tüketmekle kalmaz; kuşların cıvıltısını, böceklerin vızıltısını, köy evlerinin dumanını tüten bacalarını, toprağın derinlerdeki yaşam ağını, soluduğumuz havadaki saf oksijeni ve nihayetinde insanın kendi geleceğini de bir duman bulutu içinde silip süpürür. Bu ateş denizine karşı dikilen setler ise, teknolojinin keskin gözü ile ekolojinin kadim bilgeliğinin harmanlanmasını gerektirir. Peki, bu mücadelede kulaktan kulağa dolaşan soruların gerçekliği nedir? Orman kendi kendini mi yakar? Meyve ağaçları gerçekten alevlere karşı bir kalkan mıdır?
Gözlerimizi sımsıkı kapatıp dinlesek, ormanın derinliklerinden gelen bir çıtırtı, bir homurtu, bir tutuşma sesi duyar mıyız? Bilimin soğukkanlı ışığında, bir ağacın tamamen “kendi başına”, dışarıdan hiçbir kıvılcım almadan alev alması, neredeyse imkânsız bir tablo çizer. Orman, kendi içinde bir denge, bir dinginlik barındırır. Fakat doğa, sınırlarını zorlayan istisnalarla doludur. Yoğun reçine, özellikle de çam türlerinin gövdelerinde saklı bu yanıcı özsu, kavurucu yaz güneşinin amansız darbeleri altında adeta terler. Bir mercek görevi gören kuru çam kozalakları, kristal berraklığındaki bir su damlası veya hatta düzgün bir kaya parçası, güneş ışınlarını tek bir noktada yoğunlaştırabilir. Bu ölümcül odaklanma, altındaki kuru, reçine emdirilmiş çalı çırpıyı, bir anda küçük, mavi bir alevle kucaklayabilir. İşte bu, “doğal tutuşma” dediğimiz, son derece nadir ve özel koşulların bir araya gelmesiyle oluşan trajik bir tesadüftür. Ancak bu sessiz başlangıç, orman yangınlarının ezici çoğunluğunun yanında bir fısıltı gibi kalır. Gerçek ve acımasız olan, vakaların %90’ı aşan kısmının ardında insanın izlerinin olmasıdır: Söndürülmeden terk edilmiş bir kamp ateşinin küllerinde uyuyan köze, rüzgâra savrulan bir sigara izmaritinin küstah kayıtsızlığına, eskiyen enerji hatlarının çıkardığı ölümcül kıvılcıma, kontrolsüzce yakılan anızın gökyüzüne saldığı kara dumanlara ve belki de en acısı, karanlık niyetlerle ormana atılan bir kibrite…
Peki ya ormanın kenarında, köylerin sınırında sıralanan zeytin, ceviz, dut, incir, badem ağaçları? Bunlar sadece bereketin, gölgenin, meyvenin sembolü değil midir? Evet, ama aynı zamanda, fark edilmeyen birer yangın savaşçısıdırlar. İşte bu ağaçların sırrı, yapraklarının dokusunda saklıdır. Geniş yapraklı bu türler, çamların ince, kuru ve reçineli iğnelerinin aksine, daha kalın, daha sulu, daha nemli bir yapıya sahiptir. Bir çam iğnesi kavurucu sıcağa hızla teslim olurken, bir zeytin yaprağı ısıya karşı daha dirençle, daha inatçıdır. Adeta birer küçük su deposu gibi davranırlar. Daha da önemlisi, bu ağaçların damarlarında, çamın kolayca alev alan ve taşıyan reçinesi yerine, farklı öz sular akar. Bu, alevin onların gövdesinde hızla yol almasını, bir meşale gibi tutuşmasını zorlaştırır. Üstelik, bu ağaçlar genellikle insan eliyle daha sık sulanan tarım alanlarının sınırlarında, köy bahçelerinde, tarlaların kenarlarında yer alır. Bu da, toprağın altındaki nem seviyesinin, ormanın derinliklerine göre nispeten daha yüksek olması anlamına gelir. Bir yangın, bu meyve bahçelerine ulaştığında, karşısında nemli bir yeşil duvar bulur. Alevin şiddeti kesilir, ilerleme hızı düşer, hatta tamamen durdurulabilir. Bu nedenledir ki, uzmanların sesleri yükseliyor: Ormanların sınırlarına, köylerin etraflarına, yol kenarlarına bu “yeşil kalkanları”, bu “biyolojik yangın şeritlerini” dikmek, yangınla mücadelenin en akıllıca, en doğayla barışık stratejilerinden biridir. Bir zeytinlik, sadece zeytin değil, aynı zamanda bir köyün, bir orman parçasının sigortasıdır.
Yangınla mücadele, ilk duman tüttüğünde başlamaz. Gerçek zafer, alevler henüz ufukta görünmeden, örülen görünmez zırhlarla kazanılır. Bu zırh, katman katman örülmelidir:
Yol ve Şeritler: Ateşe Set Çekmek: Ormanın içinde açılan yollar, sadece ulaşım için değil, yangının yayılma hattını kesmek içindir. Daha da önemlisi, özellikle stratejik noktalarda oluşturulan “yangın şeritleri”. Bu şeritler, ağaçsız, çalısız, tamamen toprak veya düşük yanıcılıktaki bitkilerle kaplı bariyerlerdir. Yangın bu hatta geldiğinde, yayılacak yakıt bulamaz, durdurulur veya kontrol altına alınması kolaylaşır. Ormana açılan bu yaralar değil, onu boğulmaktan kurtaran nefes borularıdır.
Gözler Gökyüzünde: Erken Uyarının Keskin Bakışları: Ormanın derinliklerindeki gözetleme kuleleri, yalnız bekçiler gibi ufku tarar. Artık onlara, gökyüzünün özgür kuşları misali uçan insansız hava araçları ve uzayın enginliğinden hiç göz kırpmadan izleyen uydular eşlik ediyor. Dumanın en küçük tütsüsünü, ısının anormal yükselişini anında fark eden bu teknolojik bekçiler, saniyelerin bile kıymetli olduğu bir savaşta hayati bir avantaj sağlar. Erken müdahale, küçük bir alev topunu devasa bir yangın canavarına dönüşmeden boğabilir.
Temizlik: Yanıcı Yatakları Yok Etmek: Orman tabanı, kuru dalların, dökülmüş kozalakların, sararmış yaprakların, kuru ot ve çalıların oluşturduğu mükemmel bir yakıt yatağıdır. Bu ölü örtünün düzenli ve dikkatli bir şekilde temizlenmesi, yangının başlamasını zorlaştırır, başladığında da hızını ve şiddetini büyük ölçüde kırar. Bu, ormanın kendi döngüsüne saygıyla yapılması gereken hassas bir operasyondur.
Yeşil Tamponlar: Doğanın Kendi Savunma Hattı: Yukarıda anlatıldığı gibi, stratejik noktalara (orman içi yerleşimler, orman sınırları, yol kenarları) dikilecek geniş yapraklı ağaçlar, özellikle meyve ağaçları, pasif ama son derece etkili bir yangın bariyeri oluşturur. Bu, doğanın kendi silahlarıyla korunmasıdır.
Bilinç: En Güçlü Silah: Tüm teknik önlemler, insan faktörü karşısında güçsüz kalabilir. Halkın bilinçlendirilmesi, ormanın kıymetinin ve yangın risklerinin anlatılması, ihmalkârlığın önüne geçmenin temelidir. Bunun yanında, piknik alanlarında, orman girişlerinde sıkı denetimler, yasaklara uyulmasının sağlanması, caydırıcılığı artırır. Bir tek sorumsuz kıvılcımın nelere mal olacağını herkesin içselleştirmesi gerekir.
Altyapı Risklerini Minimize Etmek: Eski ve bakımsız enerji nakil hatları, kıvılcım çıkararak yangına neden olabilir. Bu hatların modern, izoleli sistemlerle yenilenmesi ve düzenli bakımı şarttır. Ayrıca, yangın riskinin çok yüksek olduğu kavurucu, rüzgârlı günlerde, orman içinde ve yakınında çalışan iş makinelerinin (özellikle çalışırken kıvılcım çıkarabilecek olanların) faaliyetlerinin sınırlandırılması veya durdurulması akılcı bir önlemdir.
Ormanlar, sadece ciğerlerimize çektiğimiz oksijenin kaynağı değil; toprağın anası, suların koruyucusu, sayısız canlının yuvası, hikayelerimizin saklandığı sessiz tanık ve gelecek nesillere bırakacağımız en kıymetli mirastır. Onları korumak, kendimizi ve geleceğimizi korumaktır. Yangınlara karşı en keskin kılıcımız bilgidir, en sağlam kalkanımız doğayla uyum içinde tasarlanmış önlemlerdir, en güçlü ordumuz ise kolektif bilinç ve harekete geçme iradesidir. Karşımızdaki düşman, çoğu zaman mitlerdeki gibi kendi kendine tutuşan gizemli bir ateş değil, insan elinden çıkan ve ihmalle, dikkatsizlikle, bazen de kötülükle beslenen bir kıvılcımdır. Bu kıvılcımı söndürmek, her birimizin elindedir.
Bir tek ağacın gölgesini korumak, bir canlının nefesini, bir köyün huzurunu, bir ekosistemin dengesini, nihayetinde insanlığın ortak geleceğini korumaktır. Her yaprak, her dal, her kök, bu gezegende yaşamın devam ettiğine dair bir vaattir. Bu vaadi yerine getirmek, hepimizin ortak sorumluluğudur. Orman, sadece ağaçlar topluluğu değil; topyekûn bir yaşamın, soluk alan bir varlığın ta kendisidir. Onun nefesini kesmemek için, kendi nefesimizi tutup düşünmeliyiz.
Bu yazı varyasyonkalemler dergisi için yazılmıştır.
Bu haber 42 kez okundu.-
YILDIZ TAHTASINDA SON HAMLE
-
Ormanın Nefesini Korumak
-
Yorgun Dağ
-
Gönlümün Yâresi
-
Ölem Kazlar Öldürülen Hayvanlar
-
Vazgeçtim Senden
YORUM BIRAK
YORUMLAR
-
Yorgun Dağ
Yorgun Dağ Yoruldum, bilmezler, dağ sanır gözler, Dimdik dururum, içimde fırtına gizler. Güneş bile dindi, soldu son ışıklar, Bu beden yoruldu, sustu artık çığlıklar. Rüzgâr [...] -
Ormanın Nefesini Korumak
“Ateşi doğa çıkarmaz, insan büyütür.” Bu kadim söz, yüreğimize bir kor gibi düşer, Anadolu’nun güneşle kavrulan ormanlarının sessiz çığlığını hatırlatır. Türkiye, topraklarına kök salmış muazzam [...] -
YILDIZ TAHTASINDA SON HAMLE
YILDIZ TAHTASINDA SON HAMLE Uykusuz Zihinler Felaketten Sonra 2437. Kaptan Aryn, Sol Kolonisinin en zeki strateji subayıydı. Gözleri aylarca uykusuz kalmaktan kan çanağına dönmüş, elleri [...]
