Site icon oguzhanocal.com.tr

Sessizliğin İçinde

Sessizliğin İçinde

Kalabalığın içinde, tam da karşı kaldırımda belirdi ilk kez. Zaman, o an, sanki bir film şeridi gibi yavaşladı ve tüm dünyanın gürültüsü, yerini yalnızca onun adımlarının çıkardığı ritmik tıkırtıya bıraktı. Kalbi, göğüs kafesinde alışılmadık bir güçle çarpmaya başladı; hızlı ve vurgulu atışlarıyla, vücuduna yeni bir gerçekliği haber veriyordu. Ne yaparsa yapsın, gözleri irade tanımaz bir şekilde ona kayıyordu. O kız, gri şehrin kasvetli sokaklarında, sanki ışığı içinden sızan bir yıldız gibi parlıyor, etrafındaki her şeyi silik bir fon haline getiriyordu. Adını bilmediği, ama melodisi ruhuna işleyen kadim bir şarkı gibiydi; hem çok uzak hem de tanıdık bir sıcaklıkla dolduruyordu için için.

Günler boyunca, bir gölge gibi onu izledi. Sabahın ilk ışıklarında, bir kitabın sayfalarını karıştırırken kahve molasında, akşamüstü iş çıkışı kalabalığa karışırken… Her anı, her ifadesi, onun için bir tablo kadar değerliydi. Dudaklarının kıyısında bir gülümseme belirdiğinde, sanki şehrin tüm ışıkları, neonlar ve lambalar, daha parlak, daha canlı yanmaya başlıyordu. Sustuğunda, düşüncelere daldığı o anlarda ise bütün kentin gürültüsü dindirilmişçesine bir sessizlik çöküyordu ortalığa. Lakin o sessizlik, adamın içinde kopan, büyüyen ve her geçen an daha da şiddetlenen dilsiz bir fırtınadan başka bir şey değildi.

Defalarca cesaret topladı. Yaklaşacak, belki bir kitap hakkında basit bir soru ya da saati sormak bahanesiyle “Merhaba” diyecekti. Dudakları hafifçe kıpırdandı, kelimeler zihninde billurlaştı. Ama her seferinde, o ilk heceyi oluşturacak ses, boğazının derinliklerinde bir yerde takılıp kalıyor, bir düğüm halini alıyordu. Yabancı birinin soğuk, ilgisiz bakışıyla dağılacak kırılgan hayallerini, derin bir nefesle içine çekip, göğsünün en kuytu köşesine saklıyordu. Çünkü biliyordu; bu derin, yakıcı his, sadece kendi kalbinin daracık, kapalı duvarlarında yankılanan bir çığlıktı. Dışarıya bir sızıntısı yoktu.

Ta ki o güne kadar. Günlerden bir gün, pazar kalabalığının neşesi içinde, onu el ele tutuşmuş gördü. Başka bir erkeğin yanında, ona, sadece ona has bir şekilde gülümsüyordu. Kahkahası, eskiden sadece hayalini kurduğu o sihirli melodi, şimdi başka birine aitmişçesine havada asılı kaldı. İşte o an, kalbinin en korunaklı odasında yıllardır biriktirdiği, beslediği, büyüttüğü bütün umutlar, hayaller ve gelecek tasvirleri, bir cam vazo gibi sert bir zemine düşerek paramparça oldu. Parçalar, içinde onulmaz bir acıyla saplanıp kaldı. Göz pınarlarında hissettiği sıcaklık, kontrolsüzce süzülen bir damla yaş oldu ve yanağında, hiçbir anlam taşımayan bir iz bırakarak aktı. Kimse fark etmedi. Oysa onun için o an, başlamadan biten, kurulmadan yıkılan bir ömrün nihai sonuydu.

Ve adam, bir hayalet gibi, usulca geri çekildi. Hiç yaşanmamış, hiç dillendirilmemiş, hiç kimse tarafından duyulmamış, sadece kendi ruhunda can çekişen bir aşkın ağırlığını, sırtında taşıdığı görünmez bir kambur gibi hissederek… Her adımı, yüreğinden kopan sessiz bir çığlıkla, o kalabalığın ve hayatın içinden uzaklaştı.

Oğuzhan ÖCAL

Alıntı : grikalemler.com.tr sitesi için yazılmıştır

Exit mobile version