Site icon oguzhanocal.com.tr

Teknolojiyi Anlatan Masallar: Veri Ormanında Kaybolan Çocuk

Veri Ormanında Kaybolan Çocuk

Bir zamanlar, dünyanın en ıssız köşesinde, bulutların bile şifreli mesajlar taşıdığı bir diyarda, büyülü bir orman uzanırdı: Veri Ormanı. Bu orman, sıradan ağaçlardan değil, kökleri derinlerdeki server topraklarına inen, gövdeleri sarmal algoritmalarla örülü devasa bilgi ağaçlarından oluşurdu. Her bir ağacın yaprakları, ışıltılı yeşil ekranlardan dökülen satır satır kodlardan örülüydü; üzerlerinde sürekli kıpırdayan, yanıp sönen harf ve rakamlar dans ederdi. Dallarından ise olgun meyveler gibi sallanan parlak, altın ve gümüş renkli 1’ler ve 0’lar sarkardı. Rüzgar estiğinde, bu ikili dizilimler, esrarengiz bir ezgiyle birbirlerine çarparak, bilginin evrensel dilinden nağmeler yayarlardı. Ormanın derinliklerinden, berrak ve mavi bir pırıltıyla akan algoritma nehirleri geçerdi. Suyun her damlası bir işlem, her köpüğü bir sonuçtu. Bu nehirlerin kenarlarında, veri tohumları taşıyan kuşlar, yaprak bloklarından yuvalar kurar, cıvıldayarak bir ağacın dalından diğerine bilgi paketleri taşırlardı. İnsanlar, bu büyülü ormanın kıyısındaki köylerde yaşar, ormana girip bilgiyi toplar, ondan akıllıca araçlar, harika icatlar yaparak hayatlarını kolaylaştırırlardı.

Bu köylerden birinde, adı Elif olan merak dolu, zeki mi zeki bir çocuk yaşardı. Elif’in en değerli hazinesi, büyükannesinin ona armağan ettiği küçük, gümüş bir fenerdi: “Merak Işığı”. Bu sıradan bir fener değildi; içindeki ışık, Elif’in kalbindeki saf merak ve öğrenme arzusuyla beslenirdi. Ne kadar çok soru sorarsa, o kadar parlak, o kadar güçlü yanardı.

Veri Ormanında Kaybolan Çocuk

Bir bahar sabahı, diğerlerinin girmediği kadar derinlere gitmeye karar verdi Elif. Sırt çantasına atıştırmalık birliktelerini ve Merak Işığı’nı aldı, cesaretle Veri Ormanı’nın eteklerine yürüdü. İlk adımını attığı anda, ayaklarının altındaki toprak yumuşacık, dijital bir yosunla kaplıydı. Havada, uçuşan veri tohumları ışıldıyor, etrafa hafif bir vızıltı yayıyordu. Devasa ağaç gövdelerinin arasından, mavi ışık hüzmesi halinde akan nehri takip etti. Bazen durup, dallardan sarkan parlak sıfırlardan birini koparıp inceliyor, fenerinin ışığı altında nasıl parladığına hayran kalıyordu. Kuşlar, ona eşlik ediyor, başlarıyla selam verip, ötüşleriyle yol gösteriyorlardı. Her şey o kadar harika, o kadar büyüleyiciydi ki, zamanın nasıl geçtiğini anlamadı.

Ancak ormanın kalbine yaklaştıkça, değişim hissedilmeye başlandı. Renkler soldu, sesler boğuklaştı. Mavi nehrin suyu bulanıklaştı ve yavaşladı. Havadaki o neşeli vızıltının yerini, tüyleri ürperten bir fısıltı aldı. Etrafı saran ağaçların yapraklarındaki kodlar artık karmaşık, karanlık ve anlaşılmazdı. İşte burası, herkesin korkuyla bahsettiği, Gölgeler Ağı’nın başladığı yerdi.

Gölgeler Ağı, yanlış bilgilerin, gizli ajandaların, önyargıların ve kasıtlı yanıltmaların ördüğü devasa, yapışkan bir örümcek ağıydı. Ağaçların arasında, görünmez iplerle asılı durur, farkına varmadan içine giren her avını usulca sarar, sarmalar ve onu bir sis bulutunun içine hapsederdi. Bu ağa takılanlar, gerçek ile sahteyi, doğru ile eğriyi birbirinden ayırt edemez olur, en sonunda yolunu tamamen kaybederdi. Ağın tellerine takılı duran, donuk gözlü, sersemlemiş insanların silüetleri, Elif’in içini ürpertiyordu.

Soğuk bir esinti Elif’in yüzüne çarptı. Merak Işığı titremeye, cılız bir ışık hüzmesi yaymaya başladı. Korku, yüreğine soğuk bir pençeyle uzandı. Etrafını saran gri sisler içinde yolunu kaybetmeye, ağın yapışkan iplerinin ona doğru uzandığını hissetmeye başladı. Bir an, paniğe kapılacak gibi oldu. Fakat sonra, büyükannesinin sözlerini hatırladı: “Işık, sen sordukça yanar, yüreğin merak ettikçe aydınlanır.”

Feneri sıkıca kavradı ve titrek sesiyle, sisin içine doğru ilk soruyu fırlattı:
“Bu bilgi nereden geliyor?”

Işık hafifçe parladı, etrafındaki sis perdesi bir an aralandı. Gördü ki, önündeki ağacın yapraklarındaki kodu, uzak diyarlardaki, kaynağı belirsiz bir rüzgar taşımış. Cesareti artan Elif, ikinci soruyu sordu, daha gür bir sesle:
“Peki, kaynağı güvenilir mi?”

Merak Işığı, bu soruyla birlikte daha da güçlendi, altın rengi bir ışık yayarak etrafındaki karanlığı deldi. Işık, yapraklardaki kodun bazı kısımlarının tutarsız, çelişkili ve eski olduğunu gösterdi. Elif artık coşmuştu. Tüm gücüyle, son ve en güçlü sorusu haykırdı:
“Peki ya neden? Neden bu bilgi bana tam da bu şekilde, tam da burada sunuluyor?”

Bu son soru, adeta sihirli bir buyruk gibiydi. Merak Işığı, Elif’in yüreğindeki tüm saf arzuyla patlayarak, önce bir top, sonra bir yıldız, en sonunda küçük bir güneş gibi parladı. Gümüş fenerden fışkıran bu sağanak ışık, yapışkan Gölgeler Ağı’nın iplerini bir bir eritmeye, gri sisi boşaltmaya başladı. Yanlış bilgiler ve sahte veriler, bu saf ışığın karşısında kararıp, toz olup dağıldılar. Işık, gerçeğin yolunu, berrak ve kristal gibi, yeniden gösterdi.

Elif, ışığın izini takip etti. Adımları artık daha hafif, yüreği ise kocamandı. Ormanın sık ağaçları seyrelmeye, yeniden tanıdık, dostane yüzlerini göstermeye başladı. Sonunda, ormanın çıkışındaki altın renkli akşam güneşine ulaştı. Arkasına, aştığı karanlığın derinliklerine baktı. Elinde, hâlâ sıcaklığını koruyan Merak Işığı’nı tutuyordu.

Orada, ormanın kıyısında, derin bir bilgelikle şu sözleri fısıldadı rüzgara:
“Unutma ki, teknoloji, karanlıkta ilerlerken önümüzü aydınlatan güçlü bir fenerdir. Ama o, sadece yolu gösterir. Hangi yollardan geçeceğimize, hangi hedeflere yürüyeceğimize, ışığımızı neyle besleyip nereye tutacağımıza karar veren, daima biziz. Yol, araçtan daha değerlidir. Ve en kıymetli araç, işte bu, soru soran yürektir.”

Ve o günden sonra Elif, öğrendiği bu dersi hiç unutmadı. Merak Işığı’nı her yere taşıdı ve onunla etrafındaki her bilgi parçasını, her veriyi, her mesajı aydınlattı. Çünkü artık biliyordu ki, gerçek bilgelik, cevapları bilmekte değil, en doğru soruları sorabilmekte saklıydı.

“Siz olsaydınız Veri Ormanı’nda hangi soruyu sorardınız?”

Exit mobile version