24° Açık

Türk Mitolojisinde Kutsal Mekânlar ve Kozmoloji

Türk Mitolojisinde Kutsal Mekânlar ve Kozmoloji Anlayışı Türk mitolojisi, Orta Asya bozkırlarından Sibirya’ya uzanan coğrafyada şekillenmiş zengin bir inançlar ve anlatılar bütünü olup, evren tasavvuru ve kutsal mekân kavramları açısından oldukça derin bir içerik sunar. İslamiyet öncesi Türk topluluklarının inanç sistemi genellikle “Gök Tanrı inancı” veya Tengricilik olarak anılır ve bu sistemde kozmos, maddi ve […]
Mitoloji - 18 Mayıs 2025 13:16 A A

Türk Mitolojisinde Kutsal Mekânlar ve Kozmoloji Anlayışı

Türk mitolojisi, Orta Asya bozkırlarından Sibirya’ya uzanan coğrafyada şekillenmiş zengin bir inançlar ve anlatılar bütünü olup, evren tasavvuru ve kutsal mekân kavramları açısından oldukça derin bir içerik sunar. İslamiyet öncesi Türk topluluklarının inanç sistemi genellikle “Gök Tanrı inancı” veya Tengricilik olarak anılır ve bu sistemde kozmos, maddi ve manevi dünyayı kapsayan üç katmanlı bir yapıda tasavvur edilir ajindex.comtr.wikipedia.org. Doğa odaklı bu inanç sistemi, insan ile tabiatı bir bütün olarak görmüş; dağ, ağaç, su gibi doğal unsurlara kutsiyet atfedilmesini sağlamıştır ajindex.com. Bu makalede Eski Türklerin üç katlı evren modeli (Gök, Yer, Yeraltı) ayrıntılı olarak ele alınacak; ayrıca kutsal dağlar, hayat ağacı (ağaç kültü), su kaynakları ve diğer kutsal mekân kavramları bilimsel bir bakışla incelenecektir. İnceleme boyunca klasik ve güncel akademik çalışmaların bulgularına değinilecek, ilgili konular örneklerle ve mitolojik referanslarla desteklenecektir. Son bölümde genel bir değerlendirme yapılarak, anılan unsurların Türk kültür tarihindeki yerine dikkat çekilecek ve kaynakça kısmında yararlanılan eserler listelenecektir.

Kozmolojik Evren Tasarımı: Üç Katlı Evren (Gök, Yer, Yeraltı)

Eski Türk inanç sisteminde evrenin yapısı, birbirini tamamlayan üç kozmik katman halinde tasavvur edilmiştir: Gökyüzü (uçmak, sema), Yeryüzü (orta dünya) ve Yeraltı (tamu, öte dünya) ajindex.com. Bu üçlü evren anlayışına göre Gökyüzü, iyicil tanrıların ve ruhların mekânıdır; Yeryüzü, insanlar ile çeşitli doğa ruhlarının (iyeler) bulunduğu orta katmandır; Yeraltı ise kötücül varlıkların ve ruhların diyarıdır ajindex.com. Orhun Yazıtları’nda dahi “gök, yer ve insanlığın – üç büyük varlığın – Tanrı tarafından yaratıldığı” vurgulanarak bu kozmik tasarım dile getirilmiştir dergipark.org.tr. Kozmolojik açıdan Gökyüzü, en kutsal ve ulaşılmaz katman olup Gök Tanrı (Tengri) ya da bazı varyantlarda Kayra Han gibi yaratıcı-ilahın yüce makamıdır. Yeraltı ise genellikle Erlik Han adı verilen karanlıklar ilahının hüküm sürdüğü katmandır; efsanelerde Erlik, yaratıcı Tanrı’ya başkaldırdığı için aşağı dünyaya sürülmüş ve kıyamete dek orada kalmaya mahkûm edilmiştir ajindex.com.

Üç katmanlı evren tasarımına ilişkin detaylar, farklı Türk boylarının mitolojik anlatılarında küçük değişkenlikler gösterebilir. Pek çok Türk ve akraba Altay topluluğu, göğün yedi veya dokuz katmandan oluştuğuna inanmıştır tr.wikipedia.org. Örneğin, Yakut (Saha) ve Kırgız inanışlarında gök genellikle yedi kat olarak anılırken; Oğuz ve bazı Altay anlatılarında dokuz kat gök motifi görülür. Hatta Altay şamanlık geleneğinde göğün 12, 16 veya 17 kat olduğunu söyleyen rivayetler de mevcuttur ajindex.comtr.wikipedia.org. Bu katların her birinde farklı iyeler veya ilahlar yaşar ve en üst kat “ulu gök” olarak anılır; en yüce Tanrı en üst katta ikamet eder ajindex.com. Benzer şekilde, yeraltı dünyasının da genelde yedi ya da dokuz kat olduğuna inanılmıştır tr.wikipedia.org. Üç dünyanın merkezinden ise kozmik bir eksen geçtiği düşünülür; bu eksenin bir ucu “Yer’in Göbeği” (yer merkezinde kutsal eksen noktası), diğer ucu “Gök’ün Göbeği” olup göğün merkezini ifade eder tr.wikipedia.org. Böylece, Türk mitolojisinde evrenin dikey düzeni, tepede gök katları, ortada yeryüzü ve aşağıda yeraltı olmak üzere bir eksen etrafında birleşik bir kozmos modeli sunar. Şamanların ritüelleri de bu kozmolojiye uygundur: Şaman (kam), trans halinde göğe yolculuk ederek veya yer altına inerek bu katmanlar arasında seyahat eder, ruhlar ve tanrılarla irtibat kurar tr.wikipedia.org.

Gökyüzü, Türk mitolojisinde ışık ve iyilik diyarı olarak görülmüştür. Gün, ay ve yıldızların ötesinde uzanan bu kutsal sema, “uçmak” (cennet) olarak da adlandırılır ve insanlara yardım eden Ülgen gibi iyiliksever tanrıların yurdudur ajindex.com. Mircea Eliade’ye göre, geleneksel toplumların gözünde gökyüzü yücelik, sonsuzluk ve değişmezlik sembolüdür; erişilmez oluşuyla mutlak gerçeği temsil eder ajindex.com. Nitekim birçok Türk boyu, göğe atfedilen yüceliği dile getirmek için “ulu” sıfatını kullanmıştır ajindex.com. Gök katlarının her birinde iyi ruhlar ve yardımcı ilahlar bulunduğuna inanılır; bunlar baş tanrı tarafından kendilerine verilen görevleri yerine getirerek kozmosun düzenini sağlar ajindex.com. Yeryüzü (ortalık dünya), insanlar ile birlikte çeşitli yer-su ruhları ve tabiata ait iyelerin yaşadığı alemdir. Orta dünyanın insan için önemi, hem fiziki varoluşun mekânı olması hem de gök ile yeraltı arasında bir denge unsuru oluşundadır. Wilhelm Radloff’un 19. yüzyılda derlediği Altay efsanelerinde, yeryüzü insanın yaşam dolu ve kendini güvende hissettiği alan olarak tanımlanır; göğün fazla yüksekte, yeraltının ise karanlıkta kalması nedeniyle, orta dünyanın insan duyuları ile kavranabilen tek katman olduğu belirtilir ajindex.comajindex.com. Yeraltı dünyası ise ışığın girmediği, Güneş’in doğmadığı karanlıklar diyarı olarak tarif edilmiştir. Altay ve Tuva rivayetlerinde yeraltı ülkesine Tamu adı verilir ve burada yaşayan ruhların başında Erlik Han bulunur ajindex.com. Erlik, Türk mitolojisinde kötülüğün ve ölümün temsilcisi bir tanrıdır; yaratılış efsanelerinde Kayra Han’ın yardımcısı iken kibri yüzünden cezalandırılıp üçüncü kat yeraltına atılmış ve orayı yönetmeye başlamıştır ajindex.comajindex.com. Böylece iyilik ve nurun mekânı Gök ile karanlık ve kötülüğün mekânı Yeraltı birbirinden ayrılmış; insanın yaşam sahnesi olan Yer (yeryüzü) bu iki kutuplu yapının orta dengesini oluşturmuştur.

Üç katlı evren tasarımının izlerini, Türk destan ve efsanelerinde de görmek mümkündür. Örneğin, Göktürklerin menşei efsanesi (türeyiş miti), yukarı dünya ile yer altı arasındaki geçişin kutsal bir dağ ve mağara vasıtasıyla mümkün olduğunu anlatır. Rivayete göre bir savaş sonrası yaralı halde kurtulan küçük bir çocuk, dişi bir kurt (Asena) tarafından Ötüken yakınlarındaki bir dağa götürülür ve dağın içindeki bir mağarada saklanır; mağara, yeraltı dünyasına açılan gizli bir yoldur dergipark.org.tr. Bu mit, dağ-mağara motifinin kozmik katmanlar arasındaki bağlantıyı simgelediğini gösterir. Bir diğer yaratılış miti, Altay Türklerinden kaydedilen anlatıda, başlangıçta sonsuz su dışında hiçbir şey yokken Kayra Han ve ona benzeyen ilk insan (kişi) ortaya çıkarlar; kişi, kibirlenip Tanrı’dan daha yükseğe uçmak isteyince engin sulara düşer. Kayra Han onu kurtarmak için önce su üzerinde duracak bir yıldız (dünya adası) yaratır, ardından suyun dibinden toprak çıkartmasını emreder ajindex.com. Ancak ilk insan çıkaracağı toprağın bir kısmını bencilce ağzında gizler. Kayra Han, bu hileye kızarak onu cezalandırır ve “Erlik” ismini verdiği bu varlığı ışık âleminden kovar ajindex.com. Sonra Tanrı, yeryüzünü doldurmak üzere dokuz dallı kocaman bir ağaç bitirir; her bir dalın altında bir insan yaratarak dokuz kabile atası vücuda getirir ajindex.com. Bu dokuz insan, yeryüzünde çoğalarak dokuz boyun atalarını oluşturur. Böylece Hayat Ağacı motifinin de içinde yer aldığı kozmogonik tasarımda, insan neslinin ortaya çıkışı ve dağılımı açıklanır. Mite göre Erlik, Tanrı’dan bu yeni insanları kendisine vermesini ister, ancak isteği reddedilir. O da insanları yoldan çıkarmaya, kötülüğe sevk etmeye başlar. Sonunda Kayra Han, Erlik’i en alt kattaki karanlık dünyaya, ışık ve ısıdan mahrum bir zindana kesin olarak hapseder ajindex.com. Kayra Han ise göklere çekilerek insanların yanında bulunmak üzere Maytere (veya Maitreya, bir kurtarıcı ruh) adında bir koruyucu öğretmen gönderir ajindex.com. Bu yaratılış efsanesi, Türk mitolojisindeki üçlü evren ve iyi-kötü mücadelesini sembolik olarak yansıtır niteliktedir.

Özetle, Türk mitolojisinde üç katmanlı kozmos modeli evrensel bir tema olarak karşımıza çıkar. Gök, yer ve yeraltından oluşan bu tasarım; kutuplu bir evren anlayışını, kozmik bir denge fikrini ve doğa ile insanın iç içe olduğu bir dünya görüşünü temsil edertr.wikipedia.org. Bu modelin somut izdüşümleri, Türklerin kutsal mekân telakkilerinde de görülür. Aşağıda, Türk mitolojisinde önemli yere sahip bazı kutsal mekân ve tabiat unsurları – özellikle kutsal dağlar, hayat ağacı, su kaynakları ve diğer kutsal mekânlar – ayrıntılı biçimde ele alınacaktır.

Kutsal Dağlar

Dağlar, insanlık tarihinin pek çok kültüründe olduğu gibi Türk mitolojisinde de kutsal mekânların başında gelir. Orta Asya steplerinde yaşayan atlı-göçebe toplumlar için yüksek dağlar, hem coğrafi işaret noktaları hem de manevi sığınaklar olarak düşünülmüştür. Türk efsanelerinde dağlar çoğunlukla göğe doğru yükselen, zirveleri bulutlara eren ulu varlıklar şeklinde betimlenir. Dağ silsileleri, sanki Gökyüzü ile konuşan ve Tanrı’ya ulaşan birer köprü gibidir dergipark.org.tr. Bu yüzden Orta Asya’daki birçok büyük dağ, doğrudan doğruya ilahi adlar almıştır. Örneğin Tanrı’nın yurdu sayılan Tanrı Dağları (Tian Shan), ismini Tanrı (Tengri) kavramından alır dergipark.org.tr. Yaygın bir Türk inancına göre “Göğün direği dağ, yeri bastıran (tutan) dağ ve Tanrı’ya giden en yakın yol yine dağdır.” dergipark.org.tr. Bu söz, dağların kozmik eksen (axis mundi) işlevi gördüğünü vurgular: Dağ, yeri ve göğü birleştiren bir direk, dünyayı ayakta tutan bir temel ve semaya, Tanrı katına yükselmek için en uygun yoldur.

Ötüken Dağı, Türk destan ve tarihinde müstesna bir yere sahip kutsal dağ örneklerinin başında gelir. Göktürkler ve Uygurlar döneminde Ötüken, hem coğrafi hem de manevi anlamda imparatorluğun merkezi sayılmıştır. Orhun Yazıtları’nda kağanlar, halka Ötüken’de kalmanın devleti güçlü tutacağı öğüdünü verirken, bu bölgeyi ilahi bir koruyucu olarak överler. Çin kaynaklarında da bahsedilen Ötüken Ormanı ve dağı, Türk kağanlarının kutlu başkenti ve devletin bekâsının teminatı olarak görülmüştür dergipark.org.tr. Efsanelere göre Türkler, Ötüken’i terk ederse Tanrı’nın desteğini yitireceklerine inanırdı. Bu durum, toprağa ve özellikle dağlara atfedilen kudsiyetin siyasi ideolojiye de yansıdığını gösterir.

Türk mitolojisinde başka kutsal dağ motifleri de vardır. Altın Dağ (Altındağ) motifi, cennet veya dünyanın merkezi sayılan kutsal dağa işaret eder (Ögel’e göre Altın Dağ miti pek çok Türk boyunda bulunur) dergipark.org.tr. Yakut (Saha) Türkleri inanışında dünya ekseninin merkezinde Kutsal Dünya Dağı bulunur ve onun zirvesinde Tanrı’nın oturduğuna inanılır. Oğuz Kağan Destanı’nda Oğuzların türeyişinde rol oynayan Kutsal Dağ yine önemli bir motif olarak çıkar. Dede Korkut hikâyelerinde Kazılık Dağı gibi dağlar Oğuzlara yol gösteren, sığınılan kudsî mekânlar olarak anlatılır dergipark.org.tr. Ayrıca Türk halk inanışında, büyük ve yalnız dağlara “ata” veya “dede” gibi sıfatlar verilerek saygı gösterildiği, bu dağlarda dilek tutulup kurban kesildiği bilinmektedir. Örneğin Kazak ve Kırgızlar, tarih boyunca Tanrı Dağı, Altay Dağı, Büyük ve Küçük Hingan gibi dağların zirvelerine kurbanlar sunmuş; bu ritüellerle bereket ve koruma dilemiştir. İslamiyet sonrası dönemde bile, Anadolu’da Hacı Bektaş Veli’nin Sulucakarahöyük’teki dağı, yahut Ahmet Yesevi’nin Türkistan’daki mekânı dağ/tepe ile ilişkilendirilip ziyaretgâh haline gelmiştir ki bunlar eski dağ kültünün devamı sayılabilir.

Dağların kutsallığı, onlara yüklenen çeşitli işlev ve sembollerle de ilgilidir. İlk olarak dağ, tanrıların ikametgâhı veya ilahi tecelli mekânı olarak düşünülmüştür. Yunan mitolojisindeki Olimpos Dağı nasıl Zeus ve diğer Yunan tanrılarının evi ise, Türk ve Altay inanışlarında da ulu Tanrı’nın veya onun çocuklarının (Ülgen’in oğulları vb.) gökteki makamının bir yansıması dağ zirveleridir. Nitekim Yakut yaratılış mitinde, göğün 7. katında yaşayan Yüce İlah’ın yeryüzünde izdüşümü olan Kudai Baa At adlı kutsal bir dağdan söz edilir. İkinci olarak dağ, kozmosun merkezi (axis mundi) olarak görülür; dünyanın omurgası veya direği sayılır. Örneğin Hindu-Budist etkilerle de bilinen Kaf Dağı motifi, Türk-İran kültüründe dünyanın merkezindeki efsanevi dağ olarak benimsenmiştir (Her ne kadar Kaf Dağı motifi İran kaynaklı olsa da, masallar yoluyla Türk anlatı geleneğine girmiştir). Altay inancında ise yeryüzünün tam ortasında yükseldiği kabul edilen Yarlıkkay ya da Bay Terek adlı kutsal bir dağ bulunur. Üçüncü olarak dağlar, atalar kültü ve mezar yeri olarak da önem kazanır. Eski Türkler ölen büyüklerini yüksek dağ tepelerine gömerlerdi; böylece ruhlarının göğe daha yakın olacağına inanırlardı dergipark.org.tr. Altay dağlarında ve Kırgız bozkırlarında bulunmuş pek çok kurgan (anıtsal mezar), bu inancın arkeolojik kanıtları olarak değerlendirilmektedir. Son olarak, dağlar hava olayları ve vahiy ile ilişkilendirilir. Türkülerde ve destanlarda “dağ ile konuşmak”, “dağa danışmak” gibi motifler geçer; halk inanışında ermişlerin dağlarda vahiy aldığı veya ilham bulduğu anlatılır. Örneğin, Manas Destanı’nda Manas’ın gücüne “dağ gibi” benzetme yapılması, yiğitliğin ve kudretin dağ imgesiyle özdeşleştirildiğini gösterir dergipark.org.tr.

Sonuç itibariyle, Türk mitolojisinde kutsal dağ kavramı hem kozmolojik hem de kültürel açıdan merkezi bir yer tutar. Dağ, bir yandan göğün direği olarak evrenin düzenini sağlar, diğer yandan yeryüzünün koruyucusu ve halkın dayanağı olarak manevi bir güvenlik hissi verir. Destanlar ve efsaneler, dağların bu çok yönlü kutsallığını örnekleyen anlatımlarla doludur. Türklerin tarihte kurduğu büyük devletlerin çoğunda dağ kültünün izleri görülür: Kağanların dağlarda toy (kurultay) yapması, hükümdarın tahta çıkarken bir dağa çıkması (örneğin Cengiz Han’ın Burhan Haldun dağına gidip gök tanrıya dua etmesi gibi) hep eski inanışların devamıdır. Dağ; Türk mitolojisinde Tanrı’ya en yakın ve bu dünyadan en uzak nokta olarak, kutsal mekânların en önemlilerinden biri olmayı sürdürmüştür dergipark.org.tr.

Hayat Ağacı (Ağaç Kültü)

Ağaç motifinin kutsallığı, Türk ve genel olarak bozkır halklarının mitolojisinde çok belirgin bir şekilde karşımıza çıkar. Özellikle Hayat Ağacı (Dünya Ağacı) inancı, evrenin dikey düzenini sembolize eden ve üç dünyayı birbirine bağlayan bir köprü işlevi gören güçlü bir imgedir traktuskultur.com. Mitolojik tasavvura göre hayat ağacı, kökleriyle yeraltına uzanır, gövdesiyle yeryüzünde yükselir ve dallarıyla gökyüzüne erişir. Bu ağaç, evrenin ekseni (axis mundi) olarak düşünülmüş; dalları göğü tutarak semayı ayakta tutar, kökleriyle yeraltını delinmez bir şekilde sabitleren.wikipedia.org. Türk, Altay ve Yakut söylencelerinde “Ulu Kayın” (Ulukayın) adıyla da anılan bu kutsal ağaç, yer ile göğü birbirine bağlayan yaşam ağacı olarak tasvir edilir tr.wikipedia.org. Örneğin Yakut (Saha) Türkleri, dünya ağacına “Aal Luuk Mas” derken; Kazak ve Kırgızlar kozmik kayın ağacından bahsederler. Bu ağaç genellikle kayın (huş) ağacı veya çam olarak düşünülür; çünkü bu ağaçlar hiç yaprak dökmez, uzun ömürlüdür ve dikey görünümleriyle göğe uzanır. Şaman davullarının üzerinde çoğu kez bir ağaç figürü çizilir; bu, şamanın trans halinde bu ağaç aracılığıyla göğe tırmandığını simgeler. Nitekim şaman ayinlerinde yere dikilen bir ağaç dalı veya direk de aynı anlama gelir: Şaman, o hayali ağaca tırmanarak ruhen göğe çıkar.

Türk mitolojisinde hayat ağacı hem kozmogonik bir işleve sahiptir hem de bereket ve ebediyet sembolüdür. Altay yaratılış destanında Tanrı Ülgen’in yeryüzüne dokuz dallı bir ağaç dikerek insanların atalarını yaratması buna örnek gösterilebilir ajindex.com. Her dalın altında bir insanın yaratılması, dokuz dallı ağacın dokuz boyu (kabileyi) meydana getirmesi, ağacın doğurganlık ve çoğalma ile ilişkilendirildiğini gösterir. Kökleri yeraltından gelen hayat ağacı aynı zamanda ölümsüzlük arayışıyla da bağlantılıdır. Birçok Türk efsanesinde, bu kutsal ağacın dibinden fışkıran “Bengüsu” (bengi su, ab-ı hayat) adlı bir yaşam suyu bulunur. Bengü Türkçe “ebedi, sonsuz” demektir; bengü su, içene ölümsüzlük ve ebedi gençlik bahşeden sihirli sudur tr.wikipedia.orgtr.wikipedia.org. Mitolojik anlatılara göre bengü su, hayat ağacının köklerinden kaynar ve bir pınar ya da ırmak olarak yeryüzüne çıkar tr.wikipedia.org. Mesela Köroğlu destanında, kahraman bir ırmaktan çıkan üç köpük halindeki bengü suyu içerek güç kazanır ve yaralarını iyileştirir tr.wikipedia.org. Bu anlatım, hayat ağacı ile kutsal suyun birlikte ele alındığı, ölümsüzlük ve şifa temalarının işlendiği güzel bir örnektir. Hayat ağacının köklerindeki yaşam suyu, ağacın kendisini de ölümsüzlüğün kaynağı haline getirir. Bu yüzden destanlarda adı geçen bazı kahramanlar (örneğin Oğuz Kağan’ın babası Kara Han) bu suyu içerek Tanrı tarafından kutsanmıştır.

Ağaç kültünün pratik yansımaları Türk halk inançlarında bugün de görülür. Anadolu ve Orta Asya Türkleri arasında dilek ağaçları geleneği yaygındır: Ulu bir ağaca kumaş parçaları (paçalar) bağlayıp dilek dileme adeti, eski adak ritüellerinin devamı olarak yorumlanır. Bu âdetin kökeni, ağacı doğaüstü varlıklara dilek iletme vasıtası görme inancına dayanır; ki bu da hayat ağacı kavramının halk inanışındaki izdüşümüdür. Ayrıca Orta Asya Türk topluluklarında “ağaç ana” figürü mevcuttur. Bazı efsanelerde çocukları olmayan bir kadının bir ağacın ruhuna dua ederek çocuk sahibi olduğu anlatılır; yahut bir bey, rüyasında bir ağacın dallarının tüm dünyayı sardığını görür (Bu motif, Osman Gazi’nin rüyasında gördüğü ve Osmanlı’nın cihan hâkimiyetini müjdeleyen rüya ile benzerlik taşır en.wikipedia.org). Bütün bu örnekler, ağaca atfedilen kutsal dişil enerjiyi ve hayat verici özelliği ortaya koyar.

Mitolojik metinlerde ağaç, çoğu kez tanrılara kurban sunulan bir kült merkezi olarak da geçer. Özellikle yağmur duası ve bereket törenlerinde ağaç altında adak adandığı bilinmektedir. Kırgız ve Kazak şamanlarının dualarında “dokuz yapraklı kutsal ağaç”tan bahsedilir ve kuraklık zamanlarında bu ağaca kurban kesip yağmur dilenirdi. Örneğin bir Yakut duasında şöyle denir: “Dokuz yapraklı kutsal ağaç, Ter! / Dokuz kuzuyu kestik, Ter! / Yağmuru istiyoruz, Ter! / Ürünü diliyoruz, Ter!” ajindex.com. Bu yakarışta geçen Ter ismi, büyük ihtimalle Gök Tanrı’ya işaret etmektedir. Duadan anlaşıldığı üzere, ağaç hem göğe mesaj ileten bir vasıta, hem de bereket için adak sunulan somut bir mabettir.

Ağaç kültü, Türklere özgü olmayıp pek çok bozkır ve orman kavminin inancında yer alsa da, Türk mitolojisinde özgün biçimde gelişmiştir. Dünya Ağacı motifi, Altay-Şamanist inançtan, İslamiyet sonrası halk tasavvufuna kadar çeşitli katmanlarda yaşamıştır. Hatta bazı İslami menkıbelerde Hızır ile İlyas’ın buluştuğu “Ab-ı hayat ağacı” gibi unsurların kökeni eski Bengüsu ve ağaç mitlerine dayanır. Sonuç olarak, Hayat Ağacı Türk mitolojisinde evreni sırtlayan direk, ebedi yaşamın kaynağı ve ataların birleştirici sembolü olarak merkezi bir semboldür.

Su Kaynakları ve Su Kültü

Su, yaşamın vazgeçilmez unsuru olarak tüm kültürlerde saygı görmüştür; ancak Türk mitolojisinde su kültü, doğrudan doğruya kutsallık atfedilen varlıklar arasında sayılır ajindex.com. Eski Türk inancında su (sub) kavramı, toprağı da içine alan geniş bir anlamda kullanılır ve genelde “yer-su” ikilemesiyle anılır. Yer-su (yer-sub), yeryüzündeki bütün doğal varlıkları yöneten ruhlara verilen addır tr.wikipedia.org. Buna göre her dağın, ormanın, kayanın, gölün veya ırmağın bir ruhu (iyesi) vardır ve bunların tamamı Yer Ana (Toprak Ana) ve Su ruhlarına bağlı doğa güçleridir tr.wikipedia.org. Türkler, bir ormana girerken, bir dağ başına çıkarken veya bir su kenarında konaklarken bu yer-su ruhlarına saygı göstermeyi bir kural haline getirmişlerdir. Doğadan bir şey alacakları zaman (örneğin avlanırken ya da su içerken) o yerin ruhundan izin istemek, alınan nimet için o ruha şükretmek adettendi tr.wikipedia.org. Bu inanç, su kaynaklarını da içine alacak şekilde bütün tabiata yayılmıştır. Dolayısıyla eski Türkler, nehirleri ve gölleri yalnızca coğrafi unsur değil, içinde ruh barındıran canlı varlıklar olarak görmüşlerdir. Örneğin Kırgızlar Issık Göl’ün ruhuna adak atar, Yakutlar kutsal saydıkları Lena Nehrine süt dökerek ikramda bulunurdu. Yer-Su ruhlarına saygısızlık edenlerin ise felaketle cezalandırılacağı inancı yaygındı. Nitekim Göç Destanı’nda, Türkler atalarından beri kutsal saydıkları bir kaya parçasını Çin’e hediye edince, doğanın dengesi bozulur: Kuşlar ötmez, hayvanlar kaybolur, bitkiler solar ve salgın hastalıklar baş gösterir; ta ki Türkler o diyarlardan göç edip uzaklaşana dek doğa ancak o zaman sakinleşir tr.wikipedia.org. Bu efsanevi anlatım, doğal bir varlığı (kutsal kayayı) kaybetmenin, yer-su ruhlarını gücendireceği ve bunun uğursuzluk getireceği inancını yansıtmaktadır.

Su kaynakları, Türk mitolojisinde çoğunlukla şifalı ve kutsal mekanlar olarak betimlenir. Özellikle pınarlar, ırmaklar, göller ve kaplıcalar mitolojik hikayelere konu olmuştur. Türk halk inancında “kutlu su” kavramı mevcuttur: Bazı belirli su kaynaklarının, Tanrı’nın insanlara bahşettiği şifa verici özellikte olduğuna inanılır. Çermik veya ılık denen kaplıcalar, bu inancın somut örnekleridir. Efsanelerde sıkça rastlanan bir motif şöyledir: Issız bir yerde ölümcül bir hastalığa yakalanan genç bir kahraman, yaralı kurtların gidip içinde yıkandığı bir suya veya çamur bataklığına şahit olur; onların iyileştiğini görünce kendisi de aynı suya girer ve birkaç gün içinde mucizevi biçimde sağlığına kavuşur tr.wikipedia.org. Bu tür anlatılar, suyun içinde barındırdığı arıtıcı ve yenileyici güçe inanışın göstergesidir. Kaplıca ve içmece gibi şifalı suların koruyucu iyeleri (ruhları) olduğuna inanılmıştır tr.wikipedia.org. Halk, buralarda yıkanırken veya içerken o iyelere saygılarını sunar, bazen ufak çaplı kurbanlar (adaçayı yakma, kıl kurbanı gibi) takdim ederdi. Şifalı suların hikayeleri genellikle bir evliya veya eren ile de desteklenir; örneğin bir kaplıcanın yakınında bir veli türbesi bulunur ve halk suyun şifasını o erenin himmetine de bağlar tr.wikipedia.org. Anadolu’da Hristiyanlık etkisiyle bazı şifalı kaynaklara “ayazma” adı verildiği, fakat esasen bu geleneğin de eski su kültünün devamı olduğu belirtilmiştir tr.wikipedia.org.

Türk mitolojisinde suyun kudsiyeti yalnızca fiziksel şifa ile ilgili değildir; su aynı zamanda arındırıcı ve bereket getirici bir unsurdur. Büyük yağmur duaları ve merasimleri bunun bir örneğidir. Kuraklık zamanlarında yapılan törenlerde su önemli rol oynar: Ya bir su kenarında toplanılır ya da suyu temsil eden objeler kullanılır. Bazı ritüellerde kamlar (şamanlar), gökten yağmur indirmek için su serpme veya suya adak atma teknikleri uygularlardı. Ayrıca yeni doğan çocukların “kırk suyuna” batırılması, savaş öncesi askerlerin su ile kutsanması gibi uygulamalar, suyun arındırıcı kutsallığına inancı gösterir.

Belli başlı Türk efsanelerinde bazı nehirler bizzat kutsal kimlik kazanmıştır. Örneğin, Oğuz Kağan Destanı’nda Oğuz Kağan’ın evlendiği iki eşten biri, Gök Börü (Gök Kurt)’un getirmesiyle bir ırmak içinden çıkan ışıktan doğmuştur – bu eş Göğün kızı olarak sembolize edilirken, suyun doğurganlık rolü vurgulanır. Yine Manas Destanı’nda Manas’ın bebekken bir nehir suyu ile yıkandığında kudret ve cesaret kazandığı anlatılır. Bu örnekler, suyun aynı zamanda kut (uğur) veren bir iksir gibi düşünüldüğünü gösterir.

Öte yandan, su kültü ile ilişkili varlıklar arasında mitolojik su ruhları ve tanrıları da bulunur. Türk mitolojisinde doğrudan Su İyesi veya Su Perisi diyebileceğimiz varlıklar mevcuttur. Su iyesi, bir akarsuyun ya da gölün içinde yaşadığına inanılan, genellikle güzel bir kadın suretinde tasavvur edilen ruhtur. Anadolu masallarındaki Su Cini veya Göl perisi motifleri, bu eski inançların izleridir. Altay mitolojisinde su ruhları, suyun bulunduğu ortamı koruyan ve orada düzeni sağlayan varlıklardır; bazen insanlarla evlenmek isteyip onları efsunladıkları anlatılır. Hatta Dede Korkut hikâyelerinde geçen “Tepegöz” gibi karakterlerin su kenarında perilerden doğduğu rivayet edilir. Bütün bunlar, suya dair doğaüstü inanışların ne denli zengin olduğunu ortaya koymaktadır.

Sonuç olarak, su Türk mitolojisinde hayat ağacı ile birlikte yaşamın kaynağını temsil eden ikili bir sembol halindedir. Bir yandan bengüsu motifiyle ölümsüzlüğü ve ebedî hayatı çağrıştırır, diğer yandan pınarlar, nehirler ve göller ile somut dünyada şifa ve bereket dağıtır. Su kültü, Türklerin doğaya saygı ve minnettarlık duygusunun bir yansımasıdır. Günümüzde dahi Nevruz törenlerinde suya girme, Hıdırellez’de su kenarında dilek tutma gibi ritüeller, bu eski su kültünün devam eden izleridir.

Diğer Kutsal Mekân Kavramları

Türk mitolojik düşüncesinde, yukarıda incelenen dağ, ağaç ve su unsurlarının dışında kalan pek çok doğal mekân unsuru da kutsal kabul edilmiştir. Genel olarak eski Türk inancında “yer-su” terimi, aslında bütün doğal çevrenin kutsallığını ifade eder. Her tepenin, kayanın, ormanın bir ruhu olabileceği kabul edilmiş; bu ruhları memnun etmek, tabiatla uyum içinde yaşamanın şartı sayılmıştır tr.wikipedia.org. Özellikle ormanlar ve ağaçlık alanlar Türk kültüründe kutsal görünmüştür. Ötüken gibi büyük ormanların kağanlara kutsal ikametgâh olması, ağaçlık mekânların kollektif hafızadaki önemini gösterir. Ormanların dişi bir ruhu olduğuna inanılır, Orman iyesi veya Ağaç Ana denen bu varlık, ormanda avlananlara bazen yardımcı, bazen engelleyici olabilirdi turkoloji.cu.edu.tr. Hatta kimi Altay efsanelerinde sarı saçlı güzel bir orman ruhunun avcılara aşık olduğu, onlarla evlenip onlara bolluk sağladığı anlatılmıştır turkoloji.cu.edu.tr. Bu tür hikayeler, insan ile doğa ruhu arasındaki kişisel ilişkiyi bile gündeme getirerek doğanın canlı ve kutsal kabul edildiğini pekiştirir.

Mağaralar da Türk mitolojisinde özel bir yere sahiptir. Mağaralar, yeryüzünden yeraltına geçişin kapıları sayılırdı. Göktürk menşei efsanesinde görüldüğü üzere mağara, yeni bir başlangıcın mekânıdır; Türkler Ergenekon’da bir mağarada çoğalıp güçlenmiş ve demir dağı eriterek yeniden yeryüzüne çıkmışlardır. Bu anlatı, mağarayı adeta bir ana rahmi gibi tasavvur eder: Yeniden doğuşu sağlayan korunaklı kutsal bir mekân. Ayrıca Altay şamanlarının inancında, büyük mağaraların içinde Yer Su ruhlarının veya yeraltı sakinlerinin yaşadığı düşünülürdü; bu nedenle mağaralara izinsiz girilmez, girilirse de adak bırakılırdı.

Kaya ve taşlar, Türk inanç sisteminde kimi zaman nazar ve uğur ile ilişkilendirilmiştir. “Göktanrı’ya kurban sunulan ilk taş, dünyanın merkezine konmuş ve yeryüzünü dengede tutmuştur” gibi kozmolojik fikirler, Altay mitlerinde yer alır. Bazı taşlar (ör. meteorit parçaları veya garip şekilli kayalar) gökten düştüğü için kutsal görülmüştür. Ülgen Taşı yahut Törüngey Taşı adı verilen efsanevi bir taşın Gök Tanrı’nın bir armağanı olduğuna dair rivayetler vardır. Dede Korkut’ta geçen “Kayı Boyu’nun Taşı” gibi motifler, boyun ongun (uğurlu) taşını anlatır. Anadolu’da da ziyaret edilen ve dilek dilenen birçok “Dilek Taşı” veya “Aziz Taşı” mevcuttur; bunlar eski kaya kültünün belki de Hristiyan aziz kültüyle kaynaşmış devamlarıdır.

Türk mitolojisinde ateş (ocak) da mekân kavramıyla ilişkilidir. Her evin ocağı kutsal sayılır, ocak ruhu (Ocak İyesi) koruyucu olarak kabul edilirdi. Bu ocak, evin merkezinde yer aldığı için küçük bir kozmos modeli gibidir: Ocaktan çıkan duman göğe yükselir, külü yere karışır. Bu bakımdan ocak, üç dünyayı birleştiren bir eksen gibi de düşünülmüştür. Şamanlar ayinlerde ateşten geçirilerek arınır, demir dövüp kıvılcım saçarak kötü ruhları kovardı. Ateş kültü, Güneş ve ışık ile bağlantılı olup evrenin aydınlık yarısını temsil eder. Halen Anadolu’da Nevruz ateşi üzerinden atlama geleneği, ateşin arındırıcı ve koruyucu gücüne inancın bir yansımasıdır.

Yönler ve coğrafi bölgeler de Türk inancında sembolik anlam taşır. Örneğin Doğu, Güneş’in doğduğu yön olduğu için kutsal kabul edilirdi; çadırların kapısı doğuya bakacak şekilde kurulurdu. Kuzey ise soğuk ve karanlıkla özdeşleştirildiğinden uğursuz sayılırdı. Bu yön sembolizmi de bir anlamda kutsal mekân algısının parçasıdır: Dünya, dört ana yöne bölünmüş bir daire olarak düşünülür ve her yön bir renk ve ruh ile ilişkilendirilirdi (Örn: Doğu mavi, Batı beyaz, Kuzey siyah, Güney kırmızı renk ile anılır ve her birine denk düşen ruhlar bulunur).

Yer-Su ruhları kavramı, bütün mekânların potansiyel olarak kutsal olduğunu ifade eden şemsiye bir kavramdır. Türkler, dağ, dere, göl, orman gibi yerlere girerken bu ruhlara saygı gösterip kurallara uydukları gibi; yeni bir yurt edinirken de o bölgenin yer-su’sunu memnun etmeye çalışırlardı. Aksi takdirde bereketin kaçacağı, hayvanların ve insanların hastalanacağı korkusu vardı tr.wikipedia.org. Bu düşünce, Türklerin doğayla kurduğu ahenkli ilişkinin mitolojik temelini oluşturur. Doğa sadece kullanılacak bir kaynak değil, aynı zamanda saygı duyulacak canlı bir güçler bütünüydü.

Özetlemek gerekirse, Türk mitolojisinde kutsal mekân kavramı, sadece belirli birkaç unsurla sınırlı kalmaz. Neredeyse her doğal unsur – yüksek dağ, ulu ağaç, engin orman, akarsu, pınar, kaya, mağara – bir kutsallık halesiyle çevrilidir. Bu varlıkların her biri bir ruh taşır ve insanla görünmez bir bağ içindedir. İnsan, bu ruhlara saygı gösterdiği sürece doğa ona cömert davranır; saygısızlık ettiğinde ise felaketler kaçınılmaz olur. Bu inanç sistemi, Türklerin doğayı kutsal bir emanet olarak gördüğünü ve kozmoloji ile ekolojiyi iç içe geçmiş bir şekilde benimsediğini ortaya koymaktadır.

tengri


Türk mitolojisindeki üç katlı evren tasarımı ve buna bağlı kutsal mekânlar anlayışı, Türk kültürünün tabiatla kurduğu derin bağın ifadesidir. Göğü, yeri ve yeraltını içeren kozmos modeli; insanoğlunun kendini evrenin merkezine değil, bir parçası olarak konumlandırdığı dengeli bir dünya görüşünü temsil eder. Bu dünya görüşünde dağ; hem Tanrı’ya yaklaştıran bir zirve hem de toplumun kaderini etkileyen bir sığınaktır. Ağaç; hem evreni ayakta tutan bir direk hem de yeni nesilleri dünyaya getiren bir yaşam kaynağıdır. Su; hem hayat veren ve arındıran bir rahmet hem de ebedi yaşamın sırrını taşıyan bir iksir niteliğindedir. Diğer bütün doğal unsurlar da bu büyük düzende kendilerine özgü bir role sahiptir.

Gerek Göktürk Yazıtları gibi tarihi metinler, gerek Dede Korkut, Manas, Oğuz Kağan gibi destanlar incelendiğinde, Türklerin kutsal mekân algısının ve kozmolojik düşüncesinin sosyal hayatlarına yön verdiği açıkça görülür. Hakanlar kararlarını kutlu saydıkları mekânlarda almış; göç zamanları yeni yurtların yer-su ruhlarıyle anlaşarak geçmiştir. İslamiyet’in kabulünden sonra da pek çok eski inanış, yeni dinî formlarla harmanlanarak yaşamaya devam etmiştir. Örneğin, dağ kultü eren kültüyle, su kultü veli ziyaretleriyle iç içe geçmiş; Yesevi geleneğinde ağaç ve suya atfedilen mucizeler dahi yer bulmuştur. Bu durum, Türk mitolojisindeki kutsal mekân kavramlarının ne denli güçlü ve kalıcı olduğunu göstermektedir.

Günümüzde modern birey, bu mitolojik mirası doğrudan yaşamasa bile, söz konusu inanışların izleri dilimizde, geleneklerimizde ve sanatımızda yaşamaktadır. “Dağ gibi durmak”, “su gibi aziz”, “ocağımız sönmesin” gibi ifadeler, kadim inançlarımızın dile yansımalarıdır. Türk mitolojisinin kutsal mekân ve kozmoloji anlayışı üzerine yapılan akademik çalışmalar (Ögel, Eliade, Roux, Bayat vb. araştırmacıların eserleri başta olmak üzere) bize gösteriyor ki, atalarımız kainatı yaşayan bir varlık gibi görmüş ve parçası oldukları doğaya derin bir saygı duymuştur. Bu saygı, kutsal mekânlara ilişkin efsanelerde, ritüellerde ve sembollerde dile gelmiştir.

Sonuç olarak, Türk mitolojisinde evrenin yapısı ve kutsal mekânlar, insanoğlunun tabiat karşısındaki tutumunu şekillendiren temel unsurlar olmuştur. Üç katlı evren modeli, insanın kendi varlığını kozmik bir bütünün içinde kavramasını sağlamış; dağ, ağaç ve su gibi kutsal varlıklar ise insan-toplum düzenine manevi rehberlik etmiştir. Bu mitolojik miras, Türk kültürünün tarihinde yalnızca inanış boyutunda kalmamış, devlet sembolizminden günlük pratiğe kadar geniş bir alana nüfuz etmiştir. Dolayısıyla, Türk mitolojisindeki kutsal mekânlar ve kozmoloji anlayışını incelemek, bir bakıma Türk kültürünün doğayla barış içinde yaşama idealini ve manevî derinliğini anlamaktır. Bu miras, günümüz dünyasında çevreye ve yaşama saygı konusunda da ilham verici bir değerler bütünü olarak değerlendirilebilir.

Kaynakça

  • Arda, Zuhal. (2014). “Türk Mitolojisinde Dağlar ve Çağdaş Türk Resmine Yansımaları.” Akdeniz Sanat Dergisi, 7(13), 26-37 dergipark.org.trdergipark.org.tr.

  • Bayat, Fuzuli. (2013). Türk Mitolojik Sistemi (Cilt I-II). Ankara: Ötüken Neşriyat turkoloji.cu.edu.trturkoloji.cu.edu.tr.

  • Ögel, Bahaeddin. (1995). Türk Mitolojisi (Vol.2). Ankara: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları dergipark.org.trdergipark.org.tr.

  • Roux, Jean-Paul. (2011). Eski Türk Mitolojisi (Trans. M. Yaşar Sağlam). Ankara: Bilge Su Yayınları tr.wikipedia.org.

  • Yıldırım, Nilüfer. (2011). “Türk Halklarının Destan Yaratılarında Üç Dünya.” Turkish Studies – International Periodical for Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, 6(3): 1951-1965 ajindex.comajindex.com.

Yazar

  • Oğuzhan Öcal Roman Yazarı ➡️ Computer Engineering ➡️ Creative Graphic Designer . Entrepreneur ➡️ Destek Afad Gönüllüsü ➡️ Araştırmacı Yazar ➡️ AFAD Destek Gönüllüsü

    View all posts
Bu haber 55 kez okundu.
Mitoloji - 13:16 A A
BENZER HABERLER

YORUM BIRAK

YORUMLAR

Hiç yorum yapılmamış.
Haber Yazarı

Yazar

  • Oğuzhan Öcal Roman Yazarı ➡️ Computer Engineering ➡️ Creative Graphic Designer . Entrepreneur ➡️ Destek Afad Gönüllüsü ➡️ Araştırmacı Yazar ➡️ AFAD Destek Gönüllüsü

    View all posts
Popüler Yazılar
Resim Açıklaması
En Çok İndirilen Dosyalar
451

Kahve

95

Yazılar

55

Makale

Etiketler