DOLAR

40,9920$% 0,80

EURO

48,0364% 0,92

STERLİN

55,5380£% 1,03

GRAM ALTIN

4.459,80%0,94

ÇEYREK ALTIN

7.254,00%1,01

TAM ALTIN

28.926,00%1,00

a
Reklam
ad826x90

Unutma Sanatı (Bölüm II)

Dimitri'nin eski model arabası, şehrin ıssız sokaklarında hızla ilerlerken, arka koltukta bilinçsiz yatan kızın düzensiz nefes alışverişleri ve arabanın içini kaplayan keskin kan ve antiseptik kokusu, geceye ağır bir gerçeklik katıyordu. Dimitri direksiyona kenetlenmiş, sinirle kornaya basıp tek şeritten çıkmaya çalışan bir taksiciye bağırıyordu. O ise arka koltukta, kızın başını dizlerine yaslamış, bir eliyle sargı bezine baskı uyguluyor, diğer eliyle de onun alnındaki teri siliyordu. Bu yakınlık, onun için alışılmadık ve rahatsız ediciydi, ama doktorluk içgüdüsü, kişisel mesafesinin çok ötesine geçmişti.

ad826x90
ad826x90

UNUTMA SANATI II

Dimitri’nin eski model arabası, şehrin ıssız sokaklarında hızla ilerlerken, arka koltukta bilinçsiz yatan kızın düzensiz nefes alışverişleri ve arabanın içini kaplayan keskin kan ve antiseptik kokusu, geceye ağır bir gerçeklik katıyordu. Dimitri direksiyona kenetlenmiş, sinirle kornaya basıp tek şeritten çıkmaya çalışan bir taksiciye bağırıyordu. O ise arka koltukta, kızın başını dizlerine yaslamış, bir eliyle sargı bezine baskı uyguluyor, diğer eliyle de onun alnındaki teri siliyordu. Bu yakınlık, onun için alışılmadık ve rahatsız ediciydi, ama doktorluk içgüdüsü, kişisel mesafesinin çok ötesine geçmişti.

ad826x90

“Hangisi en yakın?” diye sordu Dimitri’ye, sesi arabadaki gergin havada keskinleşmişti.

“Şehir hastanesi. Beş dakika.” diye yanıtladı Dimitri, dikiz aynasından arka koltuğa hızlıca bakarak. “Durumu nasıl?”

“Stabil. Ama dikiş atılmazsa enfeksiyon kapar. İç kanama riski de var.” dedi, parmaklarıyla kızın nabzını kontrol ederken. Her atım, onu geçmişe, acil servis günlerine götürüyordu. O kaos, o amansız tempo, o bitmek bilmeyen acı… Hepsi bir anda zihninde canlanıvermişti. İç geçirdi.

Hastanenin acil servis girişine yanaştıklarında, Dimitri kornaya basarak dikkat çekmeye çalışırken, o kapıyı açıp kızı kucağına aldı. Ağırlığına rağmen, hiç tereddüt etmedi. İçgüdüsel bir güçle onu taşıdı. “Bıçaklanma! Acil!” diye bağırdığı anda, kapıdaki güvenlik ve hemen koşarak yanlarına gelen bir hemşire, durumu anında kavradı.

ad826x90

Birkaç saniye içinde kız, tekerlekli bir sedyeye aktarılmış ve acilin derinliklerine, floresan ışıkların aydınlattığı koridorlara doğru hızla kaybolmuştu. Bir doktor, son bir talimat verip onlara döndü.

“Kimsiniz? Ne oldu?” diye sordu, elindeki tabletle not almak için hazırlanarak.

Dimitri ağzını açacak oldu ama O, önce davrandı. Yüzünde yeniden o eski, donuk ifade yer etmeye başlıyordu. Mesleki tonlamayla kısa ve net konuştu:
“Karnın sol üst kadranında, yaklaşık üç santimlik kesi. Derin değil. Kanama baskıyla kontrol altına alındı. Vital bulguları stabil. Getiren kişiler… kayboldu. Olay yeri, Dimitri’nin barı.”

Doktor, ona şüpheyle baktı. “Siz hekim misiniz?”

ad826x90

Bir anlık bir duraksama. Sonra hafifçe başını salladı. “Eskiden.” dedi ve bu kelime, havada asılı kaldı, tüm soruları ve şüpheleri beraberinde getirerek.

Doktor bir anlık tereddütle not aldı, sonra “Formları doldurmanız gerekecek. Polis de gelecek, ifade vermeniz…” diye ekledi.

“Ben kalırım.” diye atıldı Dimitri. “Abi, sen git. Kendini yorma. Ben hallederim.”

O, Dimitri’ye baktı. Gözlerinde minnettarlık ve derin bir yorgunluk vardı. Başıyla onayladı. Polis ve sorular… Onun için en kötü senaryoydu. Sessizce hastane koridorundan çıkışa doğru ilerlerken, arkasında bıraktığı hayatın bir parçası yeniden onu çağırıyor gibiydi.

Dışarı çıktığında, sabahın ilk ışıkları ufukta yavaş yavaş beliriyordu. Ağustos sıcağı, gece nemiyle karışmış, tenine yapışkan bir his bırakıyordu. Cebinden çıkardığı anahtarlarla, kimsesiz sokağında yürümeye başladı.

Eve vardığında, kapıyı kapattı, sırtını dayadı. Gözlerini kapattı. Kızın baygın yüzü, kanın sıcaklığı, acil servisin keskin kokusu… Hepsi zihninde dans ediyordu. Sonra, yavaşça banyoya yöneldi. Aynanın karşısına geçti. Gömleğindeki kan lekelerine baktı. Ellerini yıkadı. Su, pembemsi akıyordu lavabodan.

O gece, rutini bozulmuştu. Ve belki de unutmaya çalıştığı her şey, tam da o kan lekeleri gibi, onu bir daha asla tamamen bırakmayacaktı. Sessizce, “Unutma Sanatının en zor dersine başlıyordu: Kendi geçmişini kabul etmek.

Evde, dar koridorlarında bir oraya bir buraya yürüyor, duvarlara çarpıyormuş gibi hissediyordu. Zihni, tamamen hastanedeki kızın bilinmeyen yüzüne kilitlenmişti. Kimdi? Neden ona bıçaklamışlardı? Durumu ne olacaktı? Dimitri, polislerle baş edebilir miydi? Bu sorular, beyninin içinde bir uğultuyla dönüp duruyordu.

“Yok,” diye mırıldandı sertçe, sanki içindeki sesi susturmak istercesine. “Bu böyle olmaz.” Zaten içkiden eser yoktu vücudunda. Adrenalin ve eski bir refleks, onu ayık tutmuştu. Karar vermesi uzun sürmedi. Ceketini kapıp dışarı fırladı.

Arabasına bindi ve hastaneye doğru yola koyuldu. Şafak söküyor, sokak lambalarının yapay sarı ışığı, grileşen gökyüzüyle yarışıyordu. Işıklar gözünü kamaştırıyordu ama umurunda değildi. Aklında, direksiyon simidinde sımsıkı kavrayan parmaklarında, sadece o kızın solgun yüzü vardı.

Hastanenin acil servis girişine geldiğinde, tam da tahmin ettiği manzarayla karşılaştı. Dimitri, iki polisle tartışıyor, elleriyle havayı yararak bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Hızla yanlarına yürüdü.

Dimitri onu görünce şaşkınlıkla irkildi. “Abi, niye geldin? İşin yok mu başında?” diye sordu, endişesi yüzünden okunuyordu.

Polislerden biri, daha genç ve tetikte olanı, hemen ona döndü. Gözlerinde bir şüphe vardı. “Bu muydu bıçaklayan?” diye sordu Dimitri’ye, eliyle onu işaret ederek.

Dimitri öfkeyle başını iki yana salladı. “Hayır! O… O eski doktor. Yardım etti kıza. Olayla alakası yok!”

Polis, hâlâ ikna olmamış görünüyordu. Not defterine bir şeyler karaladı. “Tamam. Kız iyileşsin, hepiniz ifade için karakola geleceksiniz. Anlaşıldı mı?”

O anda, o, sakin ama kararlı bir tavırla cebine uzandı. Cebinden, üzeri hafifçe yıpranmış, katlanmış resmi bir kâğıt parçası çıkardı. Polise doğru uzattı. Hiçbir şey söylemiyor, sadece kâğıdı gösteriyordu.

Genç polis, şaşkınlıkla kâğıdı aldı. “Neymiş bu?” diye mırıldandı, okumaya başladı. Gözleri satırlar üzerinde gezerken, yüz ifadesi değişti. Önce şaşkınlık, sonra derhal bir saygı ve hatta biraz da korku belirdi. Aniden başını kaldırıp, koridorun diğer ucundaki daha iri yarı, kıdemli görünümlü meslektaşına seslendi. “Komiserim! Acaba bir bakar mısınız?”

İri yarı polis, ağır adımlarla yanlarına geldi. Kâğıdı eline aldı, dikkatle okudu. Yüzünde herhangi bir ifade belirmedi, ancak gözleri hafifçe büyüdü. Kâğıdı özenle katlayıp, ona geri verdi. Sesini alçaltarak, neredeyse fısıldarcasına konuştu:

“Özür dileriz, beyefendi. Bize ihtiyacınız olursa, çağırmanız yeterli. Lütfen haber verin.”

O, kâğıdı cebine geri koydu. Başıyla hafifçe onayladı. Sesinde ne bir zafer ne de bir memnuniyet vardı, sadece derin bir yorgunluk. “Tamam. Bizi rahat bırakın. Gerekirse size haber veririm.”

Polisler, sanki yüksek bir amirden kesin bir emir almışlar gibi, fazla soru sormadan, hızlı adımlarla oradan uzaklaştılar.

Dimitri, ağzı açık, olan biteni izliyordu. Gözleri, cebine yerleştirdiği o gizemli kâğıda takılmıştı. Kafasında yüzlerce soru uçuşuyordu. Bu neydi şimdi? Kimdi bu adam? Ama tek kelime etmeye cesaret edemedi. Sadece hayretle ona baktı.

O, Dimitri’nin bakışlarını görmezden geldi. Asıl önemli olana odaklandı. “Kız? Durumu nasıl?” diye sordu, sesi yeniden mesleki tonuna bürünmüştü.

Dimitri, şaşkınlığını üzerinden atıp cevap verdi: “Daha… daha haber vermediler. Birazdan diyorlardı.”

Tam o sırada, beyaz önlüğüyle, yüzünde maskenin bıraktığı izler olan, orta yaşlı bir kadın doktor yanlarına yaklaştı. Yorgun ama rahatlamış görünüyordu.

“Durumu iyi,” dedi, doğrudan onlara dönerek. “Şanslıymış. Yarayı temizledik, dikiş attık. İstirahat etmesi yeterli. Merak etmeyin.”

Sonra, gözleri ona kaydı. Bakışları, bir an tereddütle üzerinde gezdirdi. Yüzünü inceledi. Sonra, yavaş yavaş, tanımanın şaşkınlığı ve saygısıyla gözleri büyüdü.

“Orhan Hocam,” diye fısıldadı, sesi heyecan ve inanmazlıkla titreyerek. “Siz miydiniz? Orhan Hocam… Burada olacağınızı hiç…”

Dimitri, kadın doktorun ona hitap ediş şeklini duydu. Demek gerçekten doktormuş, diye geçirdi içinden. Ve ismi de Orhan’mış.

Orhan ise, “Hocam” diye hitap edilmesiyle irkildi, adeta fiziksel bir acıyla sarsıldı. Gözlerini bir an kaçırdı. O unutmaya çalıştığı hayattan, o saygı duyulan isimden geriye kalan tek şey, cebindeki o kâğıt parçası ve bu kadının hafızasındaki bir hayaletten ibaretti.

Orhan, kadın doktorun sesindeki o tanıdık tonla irkildi. Yavaşça ona döndü, gözlerini kısarak dikkatle baktı. Yüzündeki yorgun ifade, yerini hafif bir şaşkınlığa bıraktı.

“Irina? Sen misin?” diye sordu, sesi biraz daha yumuşamıştı.

Kadın doktor, Irina, heyecanla başını salladı. Gözleri parlıyordu. “Evet, Hocam, benim! Irina. Sizi burada görmek… Benim için bir onur. Bu kız… sizin bir şeyiniz mi oluyor?” diye ekledi, merak ve endişeyle.

Orhan, başını iki yana salladı, bakışları yeniden uzaklara daldı. “Hayır,” dedi kısaca. “Sadece ilk müdahalede bulundum. O kadar.”

Irina, derin bir anlayışla gülümsedi. “Anlamıştım zaten. O pansuman ve baskı tekniği… Bir doktor eli değdiği belliydi. Ama sizin olacağınız, hem de burada…” Sesinin tonu, hâlâ inanamamanın şaşkınlığını taşıyordu. “Hiç aklıma gelmezdi.”

Orhan, mesleki içgüdüsüyle konuya döndü, adeta bildiği en rahat dilde konuşuyordu: “Gördüğüm kadarıyla penetran olmayan abdominal kesi gibi geldi bana. Komplikasyon yaratmaz umarım.”

Irina, elindeki hasta dosyasını uzattı. “Evet, Hocam, tam öyle. Raporu okumak ister misiniz? Zaten sizin tarifinizle birebir aynı şekilde hazırladım.”

Orhan, kâğıdı aldı. Gözleri, bir zamanlar binlerce kez okuduğu türden cümleler üzerinde gezindi: “Abdominal bölgede penetran olmayan, cilt ve cilt altı ile sınırlı kesi mevcut olup, hayati tehlike arz etmemektedir.” Her kelime, onu acı bir geçmişe götürüyordu. Kâğıdı Irina ‘ya geri verdi.

“Görebilir miyim?” diye sordu, sesi giderek daha da kısıldı.

“Tabi, Hocam,” diye cevap verdi Irina saygıyla. “Koridorun sonundaki gözlem odasında. Odası tek kişilik, rahatsız edilmez.”

Orhan, başıyla teşekkür etti ve ağır adımlarla koridorun sonuna doğru ilerlemeye başladı. Sırtı, Dimitri ve Irina’nın bakışları altında gerginleşmişti.

Orada kalan Dimitri, Irina ‘ya usulca yaklaştı. Gözlerini, giderek uzaklaşan Orhan’a dikmişti. Merakına daha fazla dayanamadı.

“Kim bu Orhan Hoca?” diye fısıldadı. “Yani… Siz onu tanıyorsunuz. O kâğıt… Polisler…”

Irina, derin bir saygı ve hüzünle Orhan’ın arkasından bakakaldı. Sonra Dimitri’ye döndü. Sesini alçalttı, sanki bir sır paylaşıyor gibi:

“Orhan Hoca… Tanınmış bir doktordur. Çok tanınmış. Kendisi ‘Sınır Tanımayan Doktorlardan. Helixum-Ω’yı bilirsiniz herhalde?”

Dimitri’nin yüzü şaşkınlıkla değişti. “Helixum-Ω? O salgın… Evet, benim kızım da o hastalığa yakalanmıştı. Tam umutları kesmiştik ki… Bir doktor, bir ilaç bulmuştu da iyileşmişti. O muydu?”

Irina’nın gözleri doldu. Başını ağır ağır salladı. “Evet. İşte o ilacı bulan, o formülü geliştiren, Orhan Hocam’dı. İki milyon insan… Öldü. Evet. Ama milyarlarcasını da kurtardı.” Bir an duraksadı, sesi iyice kısıldı, acıyla boğulmuştu: “Ne yazık ki… kendi eşi ve çocuklarına bu ilacı yetiştiremedi. Onları kaybetti. Ve ondan sonra… Orhan Hoca da kayboldu.”

Dimitri, donup kaldı. Şimdi her şey daha net anlam kazanıyordu. O donuk gözlerdeki derin acıyı, o kaçışı, o içkiyi, o kuytu köşeleri… Hepsinin altında yatan devasa bir trajedi vardı. Gözleri, koridorun sonunda kaybolan o yalnız adama çevrildi. Artık sadece bir bar müşterisi değil, taşıdığı yükün ağırlığını tahmin bile edemeyeceği bir insanı görüyordu.

Orhan, gözlem odasının kapısına hafifçe tıkladı. İçeriden cılız bir “girin” sesi geldi. İçeri girdiğinde, yatakta uzanmış olan kızın gözlerinde ani bir tedirginlik ve korku gördü. Yüzü bembeyaz olmuş, bu durum onun narinliğini daha da belirgin hale getirmişti.

“Korkma,” dedi Orhan, sesini olabildiğince yumuşak ve güven verici bir tonda tutmaya çalışarak. Kapının hemen yanında durdu, fazla yaklaşmak istemiyordu. “Sana yardım eden kişiyim ben. Benden sana zarar gelmez.”

Kızın mavi gözleri, onun yüzünde gezindi. Nefesi hâlâ biraz düzensizdi. “Lütfen,” diye fısıldadı, sesi adeta bir yalvarıştı. “Beni buradan götür. Bulacaklar beni. Mutlaka bulacaklar.”

Orhan, bir adım daha yaklaşmadan, sakinleştirmeye çalıştı. “Önce sakin ol. İsmin nedir senin?” diye sordu, ona bir kimlik, bir bağlantı noktası vermek için.

Kız, bir an tereddüt etti. Sonra, “Anastasia,” dedi. “Ama bana Ayna derler.” Cevabı verir vermez, tekrar telaşlandı. “Lütfen, götür beni buradan. Anlamıyor musun? Burada güvende değilim!”

Orhan, onun paniğini görünce, daha da temkinli davrandı. Onu sakinleştirmek ve aynı zamanda protokolü ihlal etmemek için, “Bekle,” dedi. “Doktorundan izin alalım önce. Seni böyle götüremem. Merak etme, her şey yoluna girecek.”

Başıyla onu sakinleştirmeye çalıştı ve odadan çıktı. Kapıyı usulca kapattı.

Koridorda, sırtını soğuk duvara dayadı. Gözlerini kapattı. Zihninde, Ayna’nın o sarı, uzun saçları, çarpıcı mavi gözleri ve o ince, narin vücut hatları canlandı. Yüzündeki korku ifadesi, onun gençliğini ve savunmasızlığını daha da öne çıkarıyordu.

İçinden bir soru, ister istemez yükseldi: Kim, neden böyle bir kızı öldürmek ister ki?

Bu düşünce, onu geçmişin karanlık dehlizlerine, insanların en acımasız yönlerine götürdü. Belki de cevap, asla bilmek istemeyeceği bir yerdeydi. Ama şimdi, kendini bu kızın kaderine bağlanmış hissediyordu.

Koridorun serin ışığı altında Irina ‘ya yaklaştı. “Bizim gitmemizde bir sakınca var mı?” diye sordu, sesi resmiyetle karışık bir yorgunluk taşıyordu.

Irina, dosyasına bir kez daha baktı, sonra ona anlamlı bir bakış attı. “Hocam, düzenli pansuman yapılmalı. Antibiyotik kürünü tamamlamalı. En az bir hafta doktor gözetiminde olmalı ki enfeksiyon kapmasın ve iç dikişler sağlam kalsın.”

Orhan’ın dudaklarında ince, anlamlı bir gülümseme belirdi. Tıp dünyasının dilini, o bürokratik cümleler arasına saklanmış izinleri çok iyi biliyordu. Irina da onun bu gülümsemesini anlamış olacak ki, karşılık verdi.

“Peki, Hocam,” dedi Irina, göz kırparak. “Size gerekli ilaçları ve pansuman malzemelerini hazırlatayım. Siz bizden çok daha iyi bakarsınız zaten ona.” Hemen revire doğru ilerledi. “Siz de bu sırada hazırlanın,” diye ekledi geri dönerek.

Orhan, Ayna’nın odasına döndü. İlaçların etkisiyle derin bir uykuya dalmıştı. Yüzü hâlâ solgun ama huzurluydu. Uyku sırasında hareket etmiş olacak ki, bir omzu ve kolunun bir kısmı örtünün dışındaydı, hastane önlüğünün ince kumaşı narin vücut hatlarını belli ediyordu.

Yanında bekleyen Dimitri, bu manzarayı izliyor, farklı duygular içinde karmaşık bir ifadeyle süzüyordu. Orhan, hiç tereddüt etmeden, hızlı ve zarif bir hamleyle yatağın fontundaki ek battaniyeyi alıp Ayna’nın üzerini örttü. Örtünün kenarlarını, ona rahatsızlık vermeyecek şekilde düzeltti.

Dimitri, başını iki yana sallayarak hafifçe güldü. “Size bir türlü anlam veremiyorum, Orhan Hoca. Nasıl bir erkeksiniz siz? Hiç mi etkilenmediniz? Gencecik bir vücut, bakması bile…”

Orhan, Dimitri’ye döndü. Gözleri derin ve ciddiydi. Sesindeki ton, sıradan bir ahlak dersi vermiyordu; yaşanmışlığın ağırlığını taşıyordu.
“Gerçek erkeklik, Dimitri,” dedi yumuşak ama vurgulu bir sesle, “çıplaklıktan çıkar sağlamakta değil; çıplaklığı, utancı ve savunmasızlığı örterek, insan onuruna değer katmaktadır.”

Tam o sırada, yataktaki Ayna hafifçe kıpırdandı. Uyanıyordu. Gözlerini açtı, ilk olarak üzerindeki battaniyeyi fark etti, sonra da yanındaki iki erkeği. Dimitri’yi görünce, gözlerinde ani bir korku parladı. Yatağın içinde doğrulmaya, kendini geri çekmeye çalıştı.

Dimitri, hemen sakinleştirmek için elini havaya kaldırdı. “Hey, korkma! Korkma küçük hanım. Bu adam var ya,” diyerek Orhan’ı işaret etti, “bildiğin erkeklere hiç benzemez. Oğluma bile güvenmem, ama ona canımı emanet ederim. Merak etme.”

Orhan, Ayna’ya yaklaştı. “Hadi, hazırlan. Gidiyoruz.”

Ayna’nın bakışları hâlâ şaşkındı. “Nereye?”

“Bir süre pansumanlarını yapmam ve seni gözlemlemem lazım. Yoksa yaran mikrop kapar, daha kötü olursun.” Cevabı net ve güven vericiydi.

O esnada Irina, elinde küçük bir eczane poşetiyle odaya girdi. “Hocam, dediğiniz gibi her şey hazırlandı.” Sonra alçak sesle ekledi, bir sır paylaşıyor gibi: “Siz bu hastanede hiç olmadınız. Kayıtlara giriş yapılmadı. Polisler de… anlam veremediğim bir şekilde bu durumu onayladılar. Soru sormaktan vazgeçtiler.”

Orhan, poşeti aldı, başıyla teşekkür etti. Sonra Ayna’nın koluna girdi, onu yataktan kaldırmaya çalıştı. Ancak anestezinin ve ağır ilaçların etkisiyle ayakları tutmuyor, sendeliyordu. Tüm ağırlığı Orhan’ın kolundaydı.

Orhan, hiç düşünmeden, bir eliyle ilaç poşetini tutarken, diğer kollarıyla Ayna’yı kucağına aldı. Hafifmiş gibi geldi ona. Bu kadar narin bir vücudun nasıl bu kadar ağır bir kaderi olabildiğini düşünmeden edemedi. Onu kucağına alırken, Ayna’nın saçlarından yayılan o tanıdık, kadınsı ve hafif çiçeksi parfüm kokusu burnuna doldu. O koku, sanki o anlığına onun kasvetli, tozlu dünyasını allak bullak etmiş, içine bir sıcaklık, bir insanlık ışığı sızdırmıştı.

Arabaya varana kadar onu öylece taşıdı. Dimitri, koşarak arabanın arka kapısını açtı. Orhan, Ayna’yı özenle koltuğa yerleştirdi, emniyet kemerini taktı.

Dimitri’ye döndü. “Sana da çok zahmet verdik. Kusura bakma.”

Dimitri, elini salladı. “Yok, hocam! Sen benim kızımın hayatını kurtarmışsın. Onun yanında bunun lafı bile olmaz. Dünyaları versem yine de ödeyemem.”

Orhan, bu sözleri duyunca rahatsız oldu. Yüzüne o esirgeyici, acı dolu ifade yeniden yerleşti. Sanki her teşekkür, ona başarısızlığını, kaybettiklerini hatırlatıyordu. Başıyla onaylayıp hızla arabanın sürücü koltuğuna geçti.

Motor çalıştı. Dimitri’nin, içinde hayranlık, minnettarlık ve derin bir merak karışımı olan bakışları eşliğinde, ağır ağır hastane parkından ayrıldılar. Arka koltukta uyuyakalan Ayna ve ön koltukta geçmişinin gölgeleriyle yüzleşen bir adam… Bilinmeyen bir yöne doğru ilerliyorlardı.

ad826x90
YORUMLAR

Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.

Sıradaki haber:

Unutma Sanatı (Bölüm 1)

ad826x90

HIZLI YORUM YAP