DOLAR

41,0913$% 0,57

EURO

47,9844% 0,63

STERLİN

55,5697£% 0,67

GRAM ALTIN

4.513,26%0,72

ÇEYREK ALTIN

7.341,00%0,53

TAM ALTIN

29.274,00%0,53

a
Reklam
ad826x90

UNUTMA SANATI (Bölüm V)

Anya o geceyi, hayatında ilk kez gerçek anlamıyla yaşamanın verdiği bir coşkuyla bitirmişti. Sabahın ilk ışıklarına kadar dans etmiş, gülmüş, Anna'nın dediği gibi masaya gelen, ismini bile bilmediği o pahalı ve keskin viskilerden içmişti. İçki, onun için sadece bir kaçışken, o gece bir kutlamaya dönüşmüştü. Öyle ki, sonunda hafifçe süzülmeye başlamıştı bile.

ad826x90
ad826x90

UNUTMA SANATI (Bölüm V)

ad826x90

Anya o geceyi, hayatında ilk kez gerçek anlamıyla yaşamanın verdiği bir coşkuyla bitirmişti. Sabahın ilk ışıklarına kadar dans etmiş, gülmüş, Anna’nın dediği gibi masaya gelen, ismini bile bilmediği o pahalı ve keskin viskilerden içmişti. İçki, onun için sadece bir kaçışken, o gece bir kutlamaya dönüşmüştü. Öyle ki, sonunda hafifçe süzülmeye başlamıştı bile.

Bir ara, içindeki cesaretle ve alkolün verdiği pervasızlıkla, hiç beklemedik bir şey yaptı ve Orhan’ı zorla dansa kaldırdı. Orhan, sert bir ifadeyle, “Ben öyle oynak dans bilmem,” diye mırıldandı.

Anya pes etmedi, ısrarla, “O zaman normal dans edelim!” dedi.

Orhan’ın gözlerinde bir anlık bir dalgalanma oldu. Sonra, bara, Dimitri’ye seslendi, sesi alışılmadık bir netlikteydi: “Eugen Doga – Waltz of Love.”

ad826x90

Müzik başladığında, Anya’ya döndü. “Bilir misin?” diye sordu, sesi alışılmadık derecede yumuşaktı.

Anya’nın yüzünde zafer dolu bir gülümseme belirdi. “Tabii ki bilmez miyim? Bana yetişebilir misin?”

Ve böylece başladılar. Müziğin zarif ve duygusal akorlarına kapılmış, adeta bir rüyanın içinde süzülüyorlardı. Anya, üzerindeki kırmızı elbisenin içinde, Orhan’ın kollarında bir kuş gibi hafif, bir kelebek gibi narin hareket ediyordu. Orhan ise, bu dansa çok ama çok aşina olduğunu belli eden, kusursuz ve güçlü adımlar atıyordu. Yüzünde her zamanki gibi donuk ve ifadesizdi, ta ki Anya’nın savrulan saçlarından burnuna o tanıdık, baş döndürücü koku gelene kadar. O an, gözlerinde, ne olduğunu kendisinin bile anlamlandıramadığı bir şimşek çaktı. Bu, bir anlık, savunmasız bir andı.

ad826x90

Tam o sırada, barın kapısı açıldı ve içeri genç, yakışıklı ama yüzünde fırtınalar kopan bir adam girdi. Gözleri hemen Anya’ya kenetlendi. Anya da onu gördü. Dans ederken bile bakışları birbirine kilitlenmişti.

Orhan, durumu anında fark etti. Anya’ya doğru eğildi, dansın ritmiyle kamufle ederek, “Sevgilin mi?” diye sordu.

Artık korkusuz olan Anya, içki ve öfke karışımı bir cesaretle, “Hayır,” dedi, sesi tıslayan bir yılan gibi keskin ve soğuktu. “Öyle zannediyordum. Ama beni Viktor’a satan kişi o.” Sanki inat edercesine, Orhan’a daha da yaklaştı, neredeyse ona yapıştı.

Müzik bittiğinde, masalarına doğru ilerlerlerken, genç adam -Anton- onlara doğru yürümeye başladı.

Anya, hiç beklemediği bir öfkeyle, tüm barın duyabileceği netlikte ve son derece sinirli bir sesle bağırdı: “Sakın, Anton! Sakın artık yaklaşma bana!”

Anton, olduğu yerde duraksadı. Karşısında tanımadığı, ürkek kız gitmiş, yerine öfkeli, güçlü ve tehlikeli bir kadın gelmişti.

“Viktor…” diye mırıldanmaya çalıştı Anton.

Anya, acı ve alay dolu bir kahkaha attı. Bu kahkaha, Anton’u çileden çıkarmıştı. Sinirle, elini belindeki kabzanın üzerine götürdü, sanki bir silah çıkaracakmış gibi.

O anda, her şey bir saniyeden kısa sürdü. Orhan, bir balyoz gibi ayağa kalktı. Ne zaman, nereden çektiği belli olmayan, soğuk çeliği andıran kompakt bir tabanca, anında elindeydi. Namlusu, Anton’a doğru çevrilmişti. Hareket o kadar hızlı ve ustacaydı ki, Anton’un eli daha belindeyken donup kaldı.

“Bu hesap bitmedi burada!” diye homurdandı Anton, yüzünde yenilgi ve öfke karışımı bir ifadeyle. Ağır adımlarla, geri geri giderek, barı terk etti.

Anya, olan biteni şok içinde izlemişti. Ama asıl şoku, Orhan’ın elindeki tabancayı, aynı hızla ve hiçbir tepki göstermeden, yeniden gizlediği yere soktuğunu gördüğünde yaşadı. O ana kadar gördüğü kırılgan, melankolik adam gitmiş, yerine buz gibi soğuk, ölümcül bir yabancı gelmişti. İçini, bu silahın soğukluğundan daha keskin bir korku kapladı.

Anya’nın zihni, o soğuk, metalik silahın görüntüsünden kurtulamıyordu. Orhan’ın elinde bir anda belirivermesi, onu tanıdığı sakin, hüzünlü adamdan çok farklı, tehlikeli bir yabancıya dönüştürmüştü. İçini, tanımlayamadığı bir ürperti kaplamıştı.

Orhan, Anya’daki bu donukluğu, içe kapanıklığı fark etmişti. Hafifçe yanaştı, sesini alçaltarak sordu: “Bir şey mi oldu, Anya? O genç seni korkuttu mu? Yoksa boş tehdit onlar, kafana takma.”

Anya, başını kaldırdı. Gözleri buğulu ve sorgulayıcıydı. İçini kemiren soğuk duyguyu kelimelere döktü, sesi adeta titriyordu: “Hayır. Beni bugün sen korkuttun, Orhan. Anton’la bir farkın nedir, onu düşünüyorum.”

Orhan, şaşkınlıkla irkildi. “Nasıl yani?”

“İkiniz de silah taşıyorsunuz,” diye devam etti Anya, cesaretini toplayarak. “İkiniz de ‘bu kız benim’ diyorsunuz. Sizin ondan farkınız ne?”

Bu beklenmedik çıkış karşısında Orhan, önce bir anlık şaşkınlık yaşadı, ardından öyle bir kahkaha attı ki, sesi barın duvarlarında yankılandı. Dimitri, garsonlar ve barda kalan birkaç müşteri, hayretle bu nadir görünen manzarayı izliyordu. Orhan’ın kahkahası, içten, derinden gelen, yılların yükünü hafifçe sallayan bir sesti.

Gülmesi yatıştığında, yüzünde hâlâ bir gülümsemeyle, elini uzatıp Anya’nın saçlarını usulca okşadı. Dokunuşu, beklenmedik derecede nazikti.

“Ah, deli kız,” diye söze başladı, sesi yumuşak ve açıklayıcı bir tona bürünmüştü. “Senin o ‘arkadaşın’,” derken ‘arkadaş’ kelimesini vurguladı, “belindeki silaha güvenir. Onun gücü o metal parçasındadır.”

Anya, “Arkadaşım değil,” diye iç çekerek düzeltti.

Orhan, küçümseyici bir gülümsemeyle başını salladı. “Ben ise,” diye devam etti, “sadece sevdiklerimi korumak için, en son çare olarak silahı düşünürüm. Ki onu da gördüğün gibi, Viktor’un adamları silah çekmediği sürece kullanmadım. Ama çekebilirdim. Asıl mesele bu değil.” Derin bir nefes aldı, Anya’ya daha da yaklaştı. Loş ışıkta gözleri ciddileşmişti. “Asıl konuya gelirsek, neredeyse bir aydır aynı evdeyiz. Sana şimdiye kadar seni ‘sahiplenmiş’ hissi mi verdim, yoksa ‘korumuş’ hissi mi? Değil seni satmak, saçının bir teline bile zarar vereni…”

Orhan, bir an durdu. Az önce söylediklerine kendisi de inanamamış gibiydi. İçkinin ve gecenin geriliminin etkisiyle, normalde asla açmayacağı duvarlarından sızan bir iç döküş başlamıştı. Bunları, ertesi gün ayık bir kafayla asla söyleyemezdi.

Anya’nın gözleri büyüdü. Umut ve korku arasında gidip gelen bir ifadeyle, “Yani?” diye fısıldadı.

Orhan, ona iyice yaklaşmıştı. Anya’nın saçlarından yayılan o baş döndürücü, tanıdık koku burnuna dolduğunda, derinden, ta yüreğinin en dip yerlerinden gelen bir “off” çekti. Bu, bir teslimiyetti, bir itiraftı.

Anya, yine aynı soruyu tekrarladı, sesi bu sefer daha da umutlu ve yumuşaktı: “Yani?”

Orhan, elini yüzüne sürdü, yorgun ama aynı zamanda bir o kadar da rahatlamış görünüyordu. “Yani, deli kız,” dedi, sesi yorgunluk ve bir o kadar da sıcaklıkla doluydu. “Öncelikle halletmem gereken, geçmişimden kalan, karanlık sorunlar var. Ve evet, sana karşı… bir şeyler hissediyorum. Ama bunun adını şu an koyamıyorum. Senin yaşın, benim yaşım… aramızda neredeyse on yıl var.”

Anya, hemen, bir çıkış yolu bulmuş çocuk gibi atıldı: “Annemle babamın arasında da on yıl vardı!” Gözleri ışıl ışıldı.

Orhan, bu cevap karşısında hafifçe gülümsedi. “Eğer beklersen… Bu kafamdaki, hayatımdaki sorunları bitireyim. Sonra… sonra sana söylerim. Biz neyiz, ne olacağız.”

Anya’nın yüzünde, tüm endişeleri silip süpüren saf bir sevinç parladı. İçindeki coşkuya engel olamayarak, ani bir hareketle öne atıldı ve Orhan’ın yanağına hafif, utangaç bir öpücük kondurdu. “Ömür boyu beklerim,” diye fısıldadı, yanakları allı mora kesmiş bir halde.

Dışarıda, şafak söküyor, gecenin koyu mavisi yerini gri ve pembeye bırakıyordu. Orhan, Anya’ya baktı, sonra camdaki aydınlığa. “O zaman evde bekleyelim mi?” diye sordu, sesinde nadir bir şakacılık ve hafiflik vardı.

Anya, başını heyecanla onaylayarak, “Tamam, gidelim,” dedi.

El ele tutuşmadan, ama yan yana, aynı ritimde, barın loş ışıklarından sabahın belirsiz aydınlığına doğru ilerlediler. Kapıdan çıkıp, sokakta onları bekleyen Rolls-Royce’a doğru yürürlerken, gece yaşadıkları tüm gerilim ve korku, yerini yeni bir başlangıcın belirsiz ama umut dolu sıcaklığına bırakmıştı. Orhan’ın yüzü, uzun zamandır ilk kez, sadece yorgunluk değil, küçük bir huzur ifadesi de taşıyordu.

Tam arabanın yanına varmışlardı ki, sabahın o ilk sessizliğini aniden yırtan tek, keskin bir silah sesi duyuldu. Patlamanın yankısı, etraftaki binaların arasında çınlayarak yayıldı. Anya, hiç düşünmeden, içgüdüsel bir hareketle kendini Orhan’ın önüne attı, onu vücuduyla siper etmeye çalıştı.

Orhan, şaşkınlığını üzerinden atmaya çalışırken, bir el silah daha patladı. Bu sefer sesin geldiği yöne, sokakların derinliklerine doğru baktı. Karşıdaki ara sokağın girişinde, Anton’u iki iri yarı adamın zorla siyah bir arabaya tıkmaya çalıştığını gördü. Anton, çırpınıyor, direniyordu. Birkaç saniye içinde onu da arabaya atıp, lastiklerini yakarak uzaklaştılar.

Orhan, hemen Anya’ya döndü. Onu iki kolundan tutup, gözlerinin içine baktı. “Bir şeyin var mı? Yaralı mısın?” diye sordu, sesi gergin ve telaşlıydı.

Anya, şoktaydı. Tüm vücudu bir şelale gibi titriyordu. Başını iki yana sallayarak, “Ha-hayır,” diye kekeledi. “Sağlamım.”

Orhan, rahatlamış gibi göründü. Yüzünde soğuk bir ifade belirdi. “Tamam. O zaman yarın ilgilenirim ben onunla,” dedi, sesi tehlikeli bir sakinlikle doluydu.

Arabaya bindiler. Orhan, direksiyona geçti ve eve doğru sakin bir hızla ilerlemeye başladı. İçerideki gerilim, ağır ve dokunulabilir bir şeydi. Anya, hâlâ titriyordu, ta ki gözü, Orhan’ın kolundaki koyu, ıslak lekeyi fark edene kadar. Gömleğinin dirseğinin biraz üstü, koyu kırmızıya bulanmıştı ve kan, yavaş yavaş aşağıya doğru sızıyordu.

“Orhan!” diye çığlık attı, sesi panikle tizleşmişti. “Vurulmuşsun! Sen vurulmuşsun!”

Orhan, koluna şöyle bir baktı, sanki az önce fark etmiş gibi. Yüzünde en ufak bir acı ifadesi yoktu. “Önemli değil,” diye mırıldandı, dikkati hâlâ yoldaydı. “Sıyırdı sadece. İçeride kurşun yok. Hissetmedim bile.”

Eve vardıklarında, Orhan doğruca mutfağa yöneldi. Anya, endişeyle onu izliyordu. Orhan, soğukkanlılıkla gömleğinin düğmelerini çözdü ve kanayan yarasını açığa çıkardı.

Anya, onu ilk kez bu şekilde görüyordu. Göğsü, sırtı, kolları… Hepsi eski, soluk, ama bir o kadar da derin ve hikâye anlatan yara izleriyle doluydu. Her biri, onun bilmediği, karanlık bir geçmişe ait birer işaretti. Ama şu an önemli olan, kolundaki taze, kanlı yaraydı.

Anya’nın gözleri doldu. “Kötü mü?” diye fısıldadı, sesi titreyerek.

Orhan, yarasını temizlemek için ilk yardım çantasını açarken, başını kaldırıp ona baktı. Hafif, yorgun bir gülümsemeyle, “Ölmem, merak etme,” dedi.

Ama Anya’nın titremesi dinmiyordu. Tüm yaşadığı korku, şok ve endişe, bir anda üzerine çöktü. “Çok korktum,” diye hıçkırdı ve kendini Orhan’ın çıplak, yaralı göğsüne attı. Ona sıkı sıkıya sarıldı, yüzü gözyaşlarıyla ıslanmıştı.

Orhan, bir an için donakaldı. Sonra, yavaşça temiz bir gazlı bezi yarasına bastırırken, diğer elini kaldırıp Anya’nın saçlarını okşadı.

“Acıyor mu?” diye sordu Anya, sesi hâlâ hıçkırıklarla boğuluyordu.

Orhan, başını hafifçe salladı. “Artık acımıyor,” diye fısıldadı. Onun başını okşayan eli, yumuşak ve sakinleştirici bir ritimde hareket ediyordu. Bu yakınlık, yarasından çok daha derine, ruhundaki yalnızlık yarıklarına dokunuyordu. Ve o an, o yaraların da belki bu deli kızın varlığıyla biraz olsun iyileşebileceğini hissetti.

ad826x90
YORUMLAR

Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.

Sıradaki haber:

Savrulan Yaprak

ad826x90

HIZLI YORUM YAP